14.2 C
Bursa
3 Ekim 2025 Cuma
spot_img
Ana SayfaGenelTürkiye'nin Nüfus Problemi

Türkiye’nin Nüfus Problemi

Son dönemde sürekli tartışılan konulardan biri ülkemizin nüfusunun azalan eğime girmiş olması meselesi.

Bu arada bir kelime yanlışını da halletmek gerek zira “Nüfus” ile “Nüfüz” kelimeleri birbiri ile karıştırılmaktadır. Koca koca ekran yüzlerinin bu iki kelimeyi bile karıştırdıklarına şahit olmak da ayrıca vahim bir durum. Önce ona bir açıklama getirmek iktiza etmektedir ki, “Nüfuz” başka bir alanda, başka bir toplumda, grupta ya da sahada etkili olabilmek anlamına gelirken bizim asıl meselemiz ise salt çoğalmak anlamına gelen “Nüfus” meselesidir.

Her zaman söylediğim bir şey var!

Bu bilerek mi yapılıyor ama entelektüel diye toplumun önüne atılan tiplerin akşam programlarını işgal ettiği TV’lerde, her konuyu sadece olay odaklı okumaya çalışmak ya bu programcıların derinlemesine düşünememelerinden ya da onlara böyle konuşacaksınız gibi direktiflerle talimatlı konuşmalar yapmalarından mı kaynaklanıyor yoksa bilgi dağarcıkları bu kadar mıdır bilemiyorum.

Zira her konu böyle, analiz yok, derinlemesine tahlil yok, sadece olayın üzerinden çözüm önerileri getirmeye çalışılması tabi ki hiçbir olayı çözemiyor.

Çözemez, çözmeleri de mümkün değil.

Bu durum nüfus oranının düşmesinin sebeplerini irdelerken de çok basit denklemleri ileri sürmelerinde de kendini gösteriyor?

Konu ne? “Evlilik oranları düşük!”

İkinci husus ise “Doğurganlık oranı düşük…”

Gülünç gerçekten!

Yahu zaten nüfusun düşmesinin sebepleri bunlar olduğunu herkes biliyor. Malûmun ilamını yaparak neden konuları gerçeğinden saptırıyorsunuz… Oysa tespit yapmak yerine yapmanız gereken şey “Evlilik oranı neden düşük” ya da “Kadınlar neden fazla çocuk yapmıyor” u derinlemesine analiz etmek değil midir?

Çünkü sorunun asıl sebepleri tartışılırsa problem çözüme ulaşacak… Öyleyse çözüme ulaşmayı istemeyen birileri var ve yalandan yere değirmen taşı gibi aynı şeyleri döndürüp duruyorlar ağızlarında.

Ancak bu durum orman yangınlarında böyle, sokak olaylarında böyle, her toplumsal konuda böyle, meselenin sebeplerine inmek yok, sadece mevcut olaya odaklan ve yalandan yere saatlerce konuş!

Sonuç ne? Ne yazık ki saatlerce boşa çene çalma ve kocaman bir hiç.

Nüfusun düşmesi olayında da sorunun bir alt safhasını tetkik edip, evlilik oranlarının düşük olmasının sebeplerini irdelemek ve buna çözüm getirip evliliği ve çocuk yapmayı teşvik etmek gerek.

Yetmişli, seksenli yıllardaki yedi, sekiz, dokuz çocuklu ailelerden; doksanlı yıllara yaklaştığımızda ve iki binli yıllar itibariyle bir-iki, en fazla iki, bilemedin üç çocuklu aile yapısına geçildi. Ülkemizde Avrupa destekli ortaya konulan nüfus planlama projelerinin oluşturduğu bu algı sebebiyle yedi-sekiz kardeşli çocuklarla dalga geçildiğini gördük o yıllarda. Oysa Avrupa’nın oluşturduğu bu algı projesi kalabalık aileyi aşağılama anlayışını empoze etmek suretiyle gelecekte Türk nüfusunu azaltmaya yönelikti. Fakat bunu ülkemizdeki işbirlikçi girişimler sayesinde projelendirip uyguladılar ve toplumu da buna alıştırdılar. Bu projenin özellikle milliyetçi bölgelerde yoğunlukla takip edildiğini ve Karadeniz gibi geçmişte ortalama yedi-sekiz çocuk yapılan bölgede bile bugün sadece bir ya da birkaç çocukla yetiniliyor olması ne üzücü ki AB altyapısı ile yapılan bu çalışmaların aslında iyi niyetli olmadığını da ortaya koyuyor.

Yanlış yapıldığı da şu süreçte anlaşılmış bulunmaktadır. Ancak iş işten geçmiş gibi gözükmekte!

Zaten Batı’nın bize teşvik ettiği hangi şeyde hayır ve iyilik vardır ya da zararımıza olmayan bir şey vardır hiç düşünülmedi bile.

Son yirmi yıllık jenerasyon ebeveyn olduğunda, çocuklarının dayısı, amcası, teyzesi, halası olmayacak. Zira sorduğumuzda tek çocuklu aileler oldukça fazla gözüküyor. Gelecek nesiller bu duygulardan da mahrum yetişecek. Buda bir yandan bireyselciliği ortaya çıkartan bir tehlike iken diğer yandan orantısız nüfus küçülmesine de sebebiyet verecektir.

Aynı şekilde yine Avrupa Birliği fonları ile günümüzde uygulanan “Kadınlar işe, çocuklar kreşe” uygulaması da aynı bağlamda değerlendirilmelidir.

Zira ekonomik olan her konuda önümüze sorun çıkartan ve ödeme yapmamak için direten Avrupa Birliği, nedense “Kadınlar işe çocuklar kreşe” uygulamasında çok düzenli ödeme yaptığını biliyoruz.

Oysa bu hayırsız proje ülkemiz tarafından asla kabul edilmemesi gerekirdi.

Elin Yahudi’si, nüfusunu artırmak için kızlarını erken yaşlarda evlendirip onları daha fazla çocuk doğurmayı teşvik edip ekstra maaşlar bağlıyor.

Avrupa’da da pek çok idare sistemi ülkesindeki nüfus düşüşünün farkına vardığı için artık halkına “Sen doğur ben bakarım” diyor. Gerçi o da çözüm olmuyor ayrı konu. Zira bize az çocuk yapmayı teşvik eden anlayış, zamanında da Hristiyan Avrupa’da da aynısını yaptı ve insanları köpek beslemeye teşvik etti. Şu an çözüm bulamıyorlar. Allah ülkemizi korusun, gayrimeşru ilişkilerden doğan çocuklarla; yani çocuk doğsun da nasıl doğarsa doğsun anlayışı ile nüfuslarını artırmaya çalışan bir Avrupa var genel olarak.

Bizim inanç ve kültürel yapımız üzerinden değerlendirdiğimizde, kutsamamız gereken husus “Anne olmaktır.” Teşvik etmemiz gereken konu ise “Çocukların annesinin şefkatli ellerinde yetişmesidir.” Okul döneminde ise “Çocuk okuldan geldiğinde, annesini evde görebilmesidir.” Yani çocuğun “Anne ilgisi ile büyümesidir.”

Devletimiz bunu teşvik edecek atılımlar yapmalıdır.

Çocuktan ziyade evlenmemeye yönlendiren en önemli husus dini değerlerden uzak yaşam tarzının yaygınlaşması ve aynı zamanda biyolojik ve ruhsal bir gereklilik olarak hissedilen cinselliğin helal-haram demeden sorumsuzca yaşanmasının yaygınlaşması da evliliğin ve bir aile kurmanın önündeki en önemli engeldir;

Yani topluma öncelikle helali ve haramı öğretmek ve haramdan uzak durmanın önemi anlatılmalı, İslam’a uygun yaşam değerleri ön plana çıkartılmalıdır.

İkincisi kız erkek demeden ve bölüm ayrımı yapmadan ve üniversite sonrası ne olacak diye genel bir plan olmadan herkesin üniversite okuyor olmasıdır. Evlilik çağındaki herkesin üniversiteye gidiyor olması ve üniversitenin ortalama 24-25 yaşlarında bitmesi ve akabinde iş ve kariyer peşinde koşma gailesi de evlilik yaşını ileri doğru attığı gibi yaşın ilerleyen sürecinde algıda seçiciliğin artması ve düşüncelerin değişime uğraması sebebiyle de evlenme yaşı kadınlarda bile otuzlu yaşları aştığı oluyor. Hatta evlenmemeyi tercih etmeye de yol açıyor. Bu da elbette doğurganlığı ve daha fazla çocuk yapmayı engelleyici durumlar olarak dikkate alınmalıdır.

Burada da ayrıca eğitim anlamında da ön plana çıkan husus üniversite bölümlerinin ülkenin toplumsal ihtiyaçlarına göre planlanması gerektiği ve çalışma alanlarının gerek duyduğu istihdam kadar ve fıtrata uygun ve cinsiyete göre yüzdelik dilimlerin oluşturulduğu üniversite tercihlerinin yapılmasının zaruri gözüktüğüdür.

Aynı zamanda özellikle kapitalizmin, ev kadınını aşağılaması, istihdam adı altında evinin dışında çalışmaya teşvik etmesi asıl sorundur. Oysa çalışmak salt bir tercih olmaktan öteye geçmemesi gerektiği gibi, ev hanımlığının da teşvik edilmesi gerekmektedir. Bu durum kadınların eğitim almasına mâni bir durum olmayıp, kutsanması gereken kadın yapısı evinde çocukları ile ilgilenen ve onları kendi ailesi, ülkesi ve insanlık için güzel ve hayırlı nesiller olarak yetiştirmek teşvik edilmelidir.

Ancak sistemin maaş ve sigorta gibi sebeplere bağlı olarak çalışmaya ittiği anne, çalışma gerekliliğine bağlı sebeplerle, daha az çocuk yapmakla yetiniyor. Oysa ev hanımı olan kadın dışarıda iş gibi bir problemi olmayacağı için çalışan kadından daha fazla çocuk doğurma yüzdesi daha yüksektir.

Öyleyse maaş ve emeklilik kaygısı giderilen kadın pekâlâ evinde çocukları ile ilgilenen bir anne olabilir.

Bunun için de günümüzde tartışılan doğum iznini artırmak gibi uygulamalar çözümmüş gibi yansıtılsa da esas olan çocuğun, çocukluk evresini annesi ile geçirebilmesidir. Doğrum izni biten kadının tekrar işe başlaması sebebiyle çocuğun yalnızlık hissine kapılması ve bedensel, ruhsal ve duygusal olarak anneden mahrum büyümesi mevzubahis olduğu gibi, çalışan kadının üç dört çocuk yaparak sürekli doğum izni sebebiyle maaş alması da etik olmayabilir. Aynı zamanda iş veren için de böyle bir çalışan tercih sebebi de olmama ihtimali gibi sebeplerle kadının da bu durumdan kaçınması olağan durumdur.

Aynı zamanda çalışan kadın, evdeki çocuğu, çalışırken olsun, kendini yapma zorunluluğunda hissettiği tatil döneminde olsun ayağına bir bağ gibi görebiliyor veya hiç çocuk yapmak istemiyor ya da bir tane yapıp bırakıyor. Bu da ülke nüfusunu artırmak için kâfi gelmez.

Ayrıca ülkemizde de inanç değerlerinden uzaklaşan insanlık, çocuk nimetinden de kendini mahrum etmesinin yanında duygusal verimliliğini devam ettirebilmek için tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi köpek bakma alışkanlığı geliştirip yine çocuk yapmaktan uzak kalmayı tercih ediyor.

Ülkemizde şu an evliliğe dair maddi teşvikler verilmekte ancak bu konuda şu an daha reel ve planlı olarak bir evlilik teşviği seferberliği ilan edilebilir. Yani nihayetinde ülkemizde evlilik çağında olup da evlenmemiş olan yirmi milyon insan var. Her bir evlilik ortalama birkaç çocuk demek olduğuna göre teşvikten de öte ciddi planlama yapılması elzem olarak gözükmekte.

Evlendikten sonra da evlilik süresine göre bu teşviklerin geri alınma oranlarının düşürülmesi, evli maaşı ile bekar maaşı arasına ve çocuk sayısına göre dişe gelir şekilde düzenlenen maaş çalışmaları da uygulama olarak netleştirilebilir.

Mesela evde kalıp çocuğuna bakan ve onu ülke değerleri ile bütünleşecek ideal bir evlat olarak yetiştirmeye çalışan anneye, devlet üç veya dört çocuğa kadar kısmen kademeli maaş verilmesi ve buna bağlı olarak uzun yıllar sürecek evlilik bağı sebebiyle kadınlarda kısmi emekliliğin teşvik edilmesi, ev kadınlığının rahatını ortaya koyarak çocuk doğurmayı teşvik edecektir.

Yani yapılan uygulamalar var ancak gelecek nüfus tehlikesini görüp çok daha net ve somut adımlar atmak lazım.

Bu çalışmalar ülke nüfusu açısından en azından azami dört çocuğa kadar yapılabilmelidir.

Tabi ki doğurulan nüfus, salt nüfusu çoğaltmak amacıyla da olmayıp; devletin baba-anne ve çocuk üçgeninde vatana millete faydalı bireyler yetişmesi için icap eden çalışmaları yapması gerekmektedir.

Anlatılan şeyler sağlıklı aile yapısını da ortaya çıkartacak ve bu sayede boşanma oranlarını da düşüreceği kesindir. Aynı zamanda boşanma oranları da incelendiğinde daha çok boşanma çalışan kadınlarda olduğuna göre bunun sebepleri ekonomik bağımsızlık, ortamlara bağlı duygusal geçişkenlik gibi sebepler istatistiklerde kendini göstermektedir.

Öyleyse kadının duygusal anlamda da kendine uygun sağlıklı ortamlarda çalışması için uğraşmak da sosyal devlet yapısının takip etmesi gereken hususlardan biri olarak dikkate şayan bir durumdur.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

nurettinacar2016@gmail.com yorumladı Zamanın Esirinde, Kâinatın Diline Karşı
Gamze yorumladı Allah’ın Dilsiz Kulları
nurettinacar2016@gmail.com yorumladı Arifler Neden Susar?
Süleyman akgül yorumladı Dilden Kalbe Şükür