Hastane odasında yatağa gömülmüş, usul usul damlayan serumunu izliyordu. Ağrısı tahammülünün sınırındaydı. Bir tık ilerisinde avaz avaz bağırmaktan korkuyor, bu ayarda durduğu için hamt ediyordu.
Canı dar, takati az olduğu için telefonunun sesini kısmış, içinde kendiyle hasbihale dalmıştı. Ne zaman canı yansa, o acıya denk bir kabahat bulmaya çalışır ve bundandır, şundandır diyerek kendine azap eder, çektiği sıkıntıya iç darlık ekleyip iyice zorlaştırırdı durumu.
Yattığı yerden en az on beş hatanın üzerinden geçmiş, ne var ki bu derece acıya denk bulamamıştı. Telefonun ışığı ısrarla yanıyor, ablası arıyordu. Nihayet, canı sıkıla sıkıla aldı eline telefonunu. Hastanede yapayalnızdı, merak ediyorlardı.
Telefonu açtı, hal hatır, duadan sonra tatlı tatlı konuşacaklarını umarak keyiflenmeye başlamıştı. Ablası nihayet atmosferi dağıttı.
“Düşünüyor musun hiç, neden hep seni buluyor hastalık ve sıkıntılar? Bir kere de düşün, belki bir kusurunu, inadi davranışını bulur da tevbe edersin. İnan, ben yoruluyorum…”
Bu cümle, içindeki öğütücünün başlama butonuydu. Kim nerede ve nasıl söylerse söylesin, kavruluyordu. Burası hesap makamı değildi, daha çok zamanı vardı. Allah sevdiklerini kendine çekiyordu.
(Her bela, affedilecek bir günah için gelir.) [Ebu Nuaym]
Dünya imtihan yeri; ya affedilecek günahın ya da hak edilecek makamın var. Birinden biri seni tozlu halı gibi dövdürtür.
Belki de sadece “Ya Sabur” ismi celilinin varlığını idrak içindir. İşaretleri okumayı öğrenmeli. İnsana dair, âleme dair, Yaradan’a dair işaretleri. Kim olduğunu bilmeden doğru hareketi yapman imkânsız. İnsana ait detaylar, yüklenmiş vazifeler, dur çizgileri, nefs oyunları ve azciyet… Yaprağın bile yaratıcı izni ve haberi ile kıpırdadığı, suyun, rüzgârın onun etrafında seyreylediği bir gerçeklikte, ne kadar var ve varlığından haberdar, bulması lazım mutlu olmak isteyen insanın.
Sabaha diye başlayan kaç plan, gece yarısını olmaz hale gelip bozulmuştu. Demek ki niyet edebiliyor, gayret edebiliyor, diliyor, bekleyebiliyordu. Sadece bu kadar; olmasını sadece bekleyebiliyordu gayretten sonra. Demek ki dönüp duran ömür saatinde pek de etkili değildi insan.
“Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” [Bakara 216]
Akışta izlediği sonsuz kudretin tarifsiz gücü, ne kadar aciz olduğunu ruhuna nakşediyor insanın. Başıboş bir sahipsizliktense, her hâlini görüp gözeten bir yaratıcı, aczine söylenmek yerine tadını çıkarmayı sağlıyordu.
Elbette zor; üst üste sıkıntılar, karmaşa, acı, hastalık, bela, musibet… Tüm bu zorlukların hemen yanı başında müjdeleriyle Rabbim.
(Sabredenlere, mükâfatlar hesapsız olarak verilir.) [Zümer 10]
Kendini bilmeyen, karşısındakini nasıl bilsin? Kulaktan dolma bilgilerle, “Ne yaptın da bunları hak ettin?” der. Abartır, “Ne kadar çok günahın varmış da bunca dert bela seni buluyor.” der…
(Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.) [Buhari] müjdesinden habersizdir. Kulun aczini bilmesi, Rabbinin kudretini kabul etmesidir. Rabbinin kudretini bilmesi, acz ve kulluğunu sevmesidir…
Müslüman Allah-ü Teâlâ’nın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. (Müminin günahları affoluncaya kadar bela gelir.) [Hakim]
Ne beklersin ki bu denî dünyadan? (Dünya müminin zindanıdır.) buyuruldu. [Müslim] Mümin ölmedikçe rahata kavuşamaz. Bu gerçeği bilen mümin, şikâyet etmez.
Hazret-i Ömer (r.a.) buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allah-ü Teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allah-ü Teâlâ’ya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allah-ü Teâlâ, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.
Rıza makamı, Rabbinin senden razı olması değil; senin Rabbinden ve sana ikram ettiklerinden razı olmandır. Menfaat içeren nasiplere amenna; menfaat yokmuş gibi görünen dert ve tasalarda külliyen şekvâ.
Kulluğun tarifinden, içeriğinden ve deseninden bihaber olana isyan yakışır elbet. Bu hâlin izahı ise tamamen cehalet.
Kendinden, kendiliğinden haberdar olmadan ömrü tüketenlerden olmaktan sana sığınırız Rabbim. Yaşattıklarından razı olmayı, razı olduklarını yaşamayı bizlere nasip eyle. Bizi bizim aczimizle gaflete düşmekten muhafaza eyle. Senden mâda sığınağımız yok, bizi senden başka ümit üretmekten uzak eyle. Sen ne güzel bir Rabsin…
Hasbiyallah ve ni’mel vekîl…