Bir Gönül Sohbeti
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun…
Bir söz bazen dağları yerinden oynatır, bazen bir ev yıkar. Allah’ın nefes üflediği kalp, evlerin en mahremi, kutsal olanı; edep ile girip, ilim nakşettiği, aşk ile nakış nakış işlenmiş duyguların sığınağıdır: Kalbimiz.
Arifler susar, Kevser olur, Firdevs-i Âlâ olur. Arifin susması sıradan bir suskunluk değildir. Onun sükûtu, dilin acziyetini fısıldar. İlim nişanesidir; çünkü söz, ehil olmayanın elinde kırbaç olur. Arifler bilir, susar; konuşmak bazen yükü taşımaktan korkmaktır, bazen bilmek ağır bir yüktür.
Gönle düşen ilhamı kelimeye dökmek bazen söz ziyan etmek gibidir. Söz büyürse gönle sığmaz, gönül büyürse susar.
Lakin dil, Hakîkat-i Mutlaka’yı kuşatamaz. Hakikat gönülde taşar, ama lisan onu ifade edemez.
Sükût, en derin hikmettir. Bir kelime kalpleri yaralayabilir, bir cümle fitneye yol açabilir. Lakin bir sükût-ı arifane, bin nasihatten evlâdır. Çünkü sessizlik, gönle düşen ilham-ı Rabbânî’nin sır olarak saklanmasıdır…
Bâyezîd-i Bistâmî şöyle buyurur:
“Benim ilmim, benim sükûtumdadır.”
Sükût, tefekkürün kardeşidir. Konuşmak çoğu zaman dağıtır; fakat sükût insanı derinleştirir. Sessizlikte kul, Rabb’inin kelâmını işitir. Kalbin en ücra köşesinde yankılanan niday-ı ilâhîyi duyar.
Secde suskunluğu ister. Kalp ebedi huzura vuslat hâlini, ittifak arzu eder; kimsesizliğin gül kokan nidâsı…
Az konuşmak sabır meyvesi gibi, merhametin bir nişanesidir. Arif bazen de merhametinden susar. Zira o, insanların istidadını sezer. Hakikat, seyf-i keskin gibidir; ehil elde şifa verir, ehil olmayanda yara açar. Bu yüzden arif, kılıcını kınında saklar.
Abdülkadir Geylânî Hazretleri bir müridinin sualine karşılık uzun açıklamalar yapmaz, sadece tebessüm edip susar. O mürit yıllar sonra der ki:
“O sükût, bana bin vaazdan daha çok tesir etti.”
Ah, bilmek mi? Dinlemek mi? Öğrenmek mi? İnsan gönül dostu olursa saatlerce, belki günlerce susar; dilde hep lezzet, mest-i sükûnet eyler.
Sükût, hakikatin genişliğine işarettir. Hakikat kelimelerle daraltılamayacak kadar geniştir.
Susmak cahillik değil, akıl işidir ki akıl, dünya varlığı ve zenginliğidir. Müşavere edebilmek zayıflık değil, çoban yıldızıdır gece karanlığında.
Gözün gördüğünü dil anlatamaz, gönlün tattığını akıl şerh edemez. İşte bu noktada suskunluk, sözün en olgun hâlidir.
Hâce Ahmed Yesevî’nin sözü:
“Hakikatin sırrı kelâmda değil, gönüldedir; gönül susunca sırrı daha çok açılır.”
Sükût, Kelâmullah’a kulak vermektir. Arif bilir ki asıl kelâm, Yaratan’ın kelâmıdır. O hâlde susmak, Kelâmullah’a kulak kesilmek, vahyin sükûtunda gizlenen nuru dinlemektir. Çünkü arifin sükûtu, aslında Hakk’ı dinlemekten ibarettir.
Yüce Kitap Kur’an-ı Kerim okunurken kul dinlerse kalben cilalanır; kalp kendine yâd, kendine yâr olur…
Arif bilir ki en büyük söz Yaradan’ın sözüdür; onun huzurunda konuşmak değil, dinlemek gerekir. Bu suskunluk değil, yeniden diriliştir.
Yaradan’dan aşkı hikmet-i tecellî eden kalp yeniden dirilir; mahiyeti aşk ile manevîde… Ezan okunurken susmak, dinlemek; şükür ettiren dillere gusül aldıran suskunluklar…
“Gül hâr-ı evlâdır lakin, gül kokusu soydandır kula.”
Gül kokusu özümüz, hamurumuz, sancağımız, muştularımız; ilahi bağımız, sükût ise kemâldir.
Arifler gül gibi kokar; lakin diken gibi nefs taşımazlar. Sözle değil, hâl ile anlatırlar ve hâl diliyle susan ariflerin sözü, gün gelir bin kelâmdan daha değerli işler gönüllere…
Arifler bilir, susar; cahiller bilmediğinden lakırdı eder. Dünya işleri, pespaye sözler için vakit geçirmek; nefsin oyuncağı olmaya benzer.
Arifler, dünya zevklerine “eyvah” diyen gönülce konuşurlar ki; duymak ve anlamak ise sadece nasip meselesidir…
Hz. Ali (k.v.) der ki:
“Ârifin dili kalbidir, kalbi de Rabb’inin huzurundadır.”
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim.