11.3 C
Bursa
1 Kasım 2025 Cumartesi
spot_img
Ana SayfaİmanEhl-i Sünnet Yolu

Ehl-i Sünnet Yolu

“İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara sakın uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emrediyor” (En’âm Sûresi, 153).

“Ehl-i Sünnet Yolu” yazımız, çok geniş malzemeye sahip olan bir konudur. Bir araştırmacının 15 asırlık birikimin içerisinden kendisine gerekli olan bilgi malzemesini araştırması ve derlemesi yoğun mesai gerektiren bir çabadır. Biz bu çalışmamızda sadece saadet asrında yaşamış İslam ümmetinin ilk nesli olan Sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn’in sahip olduğu kültür mirasının bir ürünü olan Ehl-i Sünnet anlayışını, metot ve özelliklerini ortaya koymaya çalıştık. Bu bağlamda konuyla ilgili azımsanmayacak derecede çalışmaların yapıldığını belirtmemiz yararlı olacaktır. Dolayısıyla okuyucunun söz konusu çalışmaları mütalaa edip anlaması uzun zaman alacağından, az önce bahsettiğimiz bilgi malzemesini özetlemeye gayret gösterdik.

Giriş sadedinde konuyu daha iyi kavramamız açısından Ehl-i Sünnet ve onunla yakından ilgisi olan Selef kavramı üzerinde durmamız gerekecektir.

A) Selef:

  1. Sözlük anlamı: Geçmişte kalan, önceden gelen, önceki nesil, soy, fazilet ve ilim bağlamında önce gelenler anlamına gelmektedir.[1]
  2. İslami literatürde ise Selef; ilim ve fazilet açısından Müslümanların önderleri sayılan Sahabe, Tabiîn ve Tebe-i tabiîn için kullanılır. İlk dönemlere mensup fakih ve muhaddislerin ve geçmiş İslam büyüklerin yolu anlamında tanımlanan Selefiyye, ayrıca Ehl-i Sünnet-i Hassa olarak da anılır.[2]

Allah Resulü (s.a.v) bir hadisi şerifte onlar hakkında: İnsanların en hayırlısı, benim asrımdakiler, ondan sonra onları takip edenler, ondan sonra onları takip edenlerdir[3] diye işarette bulunmuştur.

Selefin yoluna inanç ve ibadet konularında tabi olana Selefî, mezhep olarak da selefiye mezhebi denilir. Bu ekole mensup olanlar Ehl-i Eser, Ehl-i Hadis ve’s-Sünne, Ashâbı-Hadis ve Sıfâtiye gibi isim ve terkiplerle anılırlar.[4]

B) Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat:

  1. Sünnet; sözlükte yol, sîret gidişat gibi anlamlara gelir.[5] Cemaat ise sözlükte; birlik beraberlik bir araya gelmek anlamındadır.[6]
  2. Terim anlamına gelince; sünnetten kasıt, Hz. Peygamber’in genel çerçevede söz, fiil ve takrirlerinde izlediği sîret (yaşayış tarzı) ve yol anlamında kullanılmıştır.[7] Bu bağlamda Sünnet, Allah Resul’ünün yoludur, cemaatten kasıt; iftirak[8] hadisinde de zikredildiği gibi Sahabe kastedilmiştir.[9] Toplu bir mana verecek olursak, Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat demek; Resûlüllah ve ashabının yolundan giden kimselerin itikat, ibadet ve sîrette takip ettiği yoldur[10]

Ehl-i Sünnet kavramının ilk kullanımı hicri I. Asrın sonlarına doğru olsa da bir mezhep ve düşüncenin adı olarak mevcut şeklini hicri III. asırda almıştır.[11] Günümüzde popüler hale gelmiş son şekliyle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat terkibine daha sonraki dönem kaynaklarda yer verilmesi dikkat çekmekle beraber,[12] Ehl-i Sünnet terimini içeren birtakım rivayetlerin Hz. Peygamber’den rivayet edildiği görülmektedir.[13]

İlk dönemlerdeki mezhep imamları, İmam Ebû Hanife, Mâlik, Şafiî, Evzaî, Süfyân es-Sevrî gibi müçtehit imamlar, İmam Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Dârimî, İbn Mende, İbn Kuteybe ve Beyhakî gibi muhaddisler, Tahavî, Taberî, Hatîb el-Bağdadî ve İbn Kudâme gibi âlimler Selefiye itikadına mensup idiler. Ahmed b. Hanbel’in mezhebinde olanların çoğu bu geleneği günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Sonraki dönemlerde yaşayan Müteahhirûn Fukahâ ise, itikadî konularda ya Eş’arî ya da Maturidî mezhebine intisap etmişlerdir.[14] H. VIII asırda Müteahhirûn ulema arasında İbn Teymiye, İbn Kayyım el-Cevziyye, Zehebî, Mizzî, İbn Kesîr ve İbn Receb el-Hanbelî gibi alimler zamanın en meşhûr selef alimlerinden sayılmışlardır.

Çağdaş dönemde isim yapmış önemli şahsiyetlerden Muhammed b. Ali Şevkanî, ıslahatçı fikirleriyle Şâh Veliyyullah Dehlevî, Sıddîk Hasan Hân, Abdurrahman b. Yahya el-Muallimî, Cemaleddin el-Kâsimî ve Mahmûd Şükrî el-Alusî gibi bazı zevatı sayabiliriz.[15]

Ehl-i Sünnet mezhebinin söz sahibi olduğu konular içerisinde en çok üzerinde durduğu, İslam’ın temeli olan itikadî konularıdır. Bir evin temeli sağlam değilse, üzerine inşâ edilen bina da sağlam olmadığı gibi, itikadı sağlam olmayan bir Müslümanın ameli de sağlam değildir, prensibinden hareketle dini öğrenirken öncelikle itikadi bilgilere önem verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Dolayısıyla itikadî konuları öğrenerek veya öğreterek işe başlanılması öngörülür.

İnançla ilgili konuların başında tevhidi esaslarını öğrenmek ve anlamak gerekmektedir. Tevhid inancının esasları olan Rubûbiyyet, Ulûhiyet ve Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlar tevhidinin nasıl anlaşılması gerektiğini, Müslüman olarak bizler iman ettikten sonra bu köklü inancın yaşantımızda ne gibi izler bırakması lazım geldiğini bilmemiz önemlidir.

Cenabı Hakk’ın isim ve sıfatları konusunu ele alacak olursak, bu konuda en doğru inancın Ehl-i Sünnet’in izlediği yol olduğunu görürüz. Çünkü Sahabe ve Tabiîn nesli, Allah Teala’ya en yüksek bir tazîm duygusu ile iman etmişlerdir.

Allah’ın kitabında ve Resul’ünün Sünnetinde, Allah’ın varlığı ve sabit olan isim ve sıfatları konusunda ayet ve hadislerde nasıl nitelendirildiyse ise, Onun şanına ne şekilde yaraşırsa, herhangi bir yorum yapmadan ve akıl yürütmeden nasların zâhirî manasına hamlederek tasdik etmişlerdir.[16]

Geçmiş Selef uleması, bir taraftan Sünnî itikadın temellerini ortaya koyarken, diğer taraftan da kendilerine muhalif olan Bid’at fırkalara, Cehmiye, Mutezile ve Rafizî gibi münharif ekollere karşı İslam itikadını savunma adına eserler telif etmekten geri durmamışlardır.[17]

Eş’arî ve Maturidî imamları ise, itikadî konuları ve özellikle ilahi isim ve sıfatlarla ilgili nasları, kelam ilmi çerçevesinde çözmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte Şehristanî gibi bir kelam alimi, şer’i nasların anlaşılması noktasında geçmişteki Selef ulemanın metodunun en doğru yöntem olduğunu vurgulamış, onların tevile (yoruma) karşı çıkmalarının başlıca nedeni, ilahi sıfatlar konusunda yapılan yorumların zanna dayalı olduğunu ve şahsi kanaatle hareket edildiğini ikaz etmiş olmalarıdır. Bu tür yorumlamaların isabetli bir hareket olmadığını belirtmiştir.[18]

Kaldı ki Kur’an-ı Kerimde, Cenâb-ı Hak zan konusunda; “Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Halbuki, zan haktan (ilimden) hiçbir şey ifade etmez”[19] diye buyurması ne kadar manidardır.

C) Ehl-i Sünnet’in, İslam İnancını Temellendirmedeki Metodu:

  1. İslam İtikadının her meselesinde Kur’an ve Sünnet’in sahih naslarını hâkim kılar, gerekçesiz hiçbir şeyi reddetmez ve şahsi yorumlara dalmazlar. Şer’i naslara karşı saygılı olmayı öngörürler.
  2. Dini meselelerde özellikle de itikadî konularda Hz. Peygamber’in eğitiminden geçen Sahabenin kavillerinden varit olan sahih nakilleri kabul ederler.
  3. İtikadî konularda özellikle ilahî sıfatlar konusunda aklın idrak edemeyeceği meselelere dalmazlar. Çünkü beşerî aklın kavrama fonksiyonu sınırlı olduğundan, sınırı aştığında sapabilir.[20]
  4. Bid’at ehlinin meclislerinde oturup mücadele etmez, sözlerini kale almaz ve onlara değer vermezler. Bid’atlerine (özellikle itikadî konularda) başka bir bid’atle cevap vermeye kalkışmazlar.
  5. İslam toplumunun aynı inanç üzerine teşekkül etmesine, birlik ve beraberlik içerisinde olmasına çalışırlar. Irk, millet farkını gözetmeden İslam ümmeti bilincini zinde tutar ve kardeşlik şuurunu vurgularlar.
  6. Allah Resul’ünün Ashabı hakkında ileri geri konuşmaz, onları sever ve saygı duyar. Mutezile ve Rafızî fırkalar gibi onları tekfir etmez ve saygısızlıkta bulunmazlar. Aralarında çıkan anlaşmazlıkları Sahabenin de insan olmaları hasebiyle anlayışla karşılar ve bu gibi ihtilaflara farklı içtihatlar oluşu gözüyle bakarlar.
  7. Gerek itikadî gerekse amelî konularda, ifrat ve tefritten uzak durur, aşırılığa kaçmaz ve itidalli hareket ederler. Çünkü Cenâb-ı Hak kendi kitabında bu ümmeti vasat bir ümmet kıldığını beyan etmiştir. Kaldı ki vasat sahibi olmak, itidalli olmayı ve orta yollu hareket etmeyi gerektirir.

D) Ehl-i Sünnet Mezhebinin Sahip Olduğu Belirli Özellikler:

  1. Tevhid inancı üzerinde durur ve bunun ameli yönünü Müslüman kardeşlerini şirkten sakındırarak gerçekleşmesini sağlar.
  2. Müslümanları Allah Resul’ünün Sünnetine tabi olmaya, taklit, taassup ve cehaleti bırakmaya çağırır. Çünkü kurtuluşumuz ona uymakta görülmüştür.
  3. İslam toplumunun eğitim ve tezkiyesiyle uğraşır, bir yandan o toplumu İslam ahlâk sistemine göre eğitirken, diğer yandan da Müslümanları bid’at, hurâfe inançlarından, uydurma hadis, hikâye ve menkıbelerden, küfrü gerektiren sözlerden tasfiye etmeye çalışır.
  4. Hizipcilik, grupculuk ve tekelciliğe karşıdır, bölünmüş islamî cemaatleri, Cemaat al-Umm yani ana cemaatte toplamaya çalışır. Çünkü Allah’ın rahmeti, birlik ve beraberliktedir.
  5. Sahîh sünnette sabit olan İslam’ın şiarlarına ve Müslümanın dış görüntüsüyle ilgili İslam’ın öngördüğü şekle önem verir ve buna teşvik eder.
  6. Peygamberin sahih hadisleri konusunda Müslümanlar içerisinde şüphe saçan ve cephe alan hadis karşıtlarına karşı, hadisleri ve Sünneti bilgiyle savunur ve Nebevî vahyi kültürünü korur.
  7. Dinde aslı olmayan ve sonradan dine sokulan bid’atlere karşı mücadele eder. Hadislerde belirtildiği gibi bid’atler, dini tahrife götüren yabancı unsurlardır ve dinde sapmadır.
  8. Müçtehit imamlara ve rabbani ilim adamlarına karşı saygılıdır. Onların haklarını korur ve savunur. Ser’i hükümlerde isabet ettikleri hususlarda onlara tabi olur.
  9. Ehli Sünnet yolunda cehalete yer yoktur. Yediden yetmişe ve bu yolun her yolcusu, gücü yettiği nisbette ilim öğrenir ve basiret üzerine dinini yaşamağa çalışır.
  10. Ehli Sünnet yolunda şumûliyet esastır.[21] Bu yol belirli bir sınıfa, cemaat ve millete veya herhangi bir ırka özel değildir. Ehl-i Sünnet’in yoluna inanan her Müslüman sahip çıkabilir. Nitekim dünyanın her bucağında bu yolda yürüyen Müslümanları görmek mümkündür.

[1] İbn Manzur, Lisânu’l-‘Arab,  XV,  Dar Sadır, Beyrut, ts. VII, 234.
[2] Bkz. Telif Heyeti (A. Saim Kılavuz), İlmihal (İman ve İbadetler), I-II, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul, ts., s.24, M. Sait Özervarlı, Selefiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul,2009, XXX, 399-402.
[3] Bukhari, el-Cami’us-Sahih, no: 6695, İmran b. El-Husayn’dan rivayetle. Ayrıca bkz. İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, II, 477.
[4] Bkz. M. Sait Özervarlı, Selefiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXX, 399-402; Telif Heyeti (A. Saim Kılavuz), İlmihal (İman ve İbadetler), s. 24.
[5] Bkz. Firûz Abâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, IV, 238-239; İbn Manzur, Lisânu’l-‘Arab,XIII,220-225; İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, I, 230.
[6] Bkz. İbn Manzur, Lisânu’l-‘Arab, VIII, 53-57.
[7] bkz. Nâsır b. Abdülkerîm el-‘Akl, Sünnet ve Cemaat Kavramı, Cev., Beşir Eryarsoy, İslamhouse, Riyad, 2009, s. 10.
[8] Ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını ve kurtulanın Sahabe’nin yolundan giden olacağını bildiren hadis, bkz.Tirmizî, es-Sünen, V, 25.
[9] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 102; Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, I, 128. Ayrıca bkz. Nâsır b. Abdülkerîm el-‘Akl, Sünnet ve Cemaat Kavramı, s. 65.
[10] Nâsır b. Abdülkerîm el-‘Akl, a.g.e., s. 3-4, 36, 51.
[11] Y. Şevki Yavuz, Ehl-i Sünnet, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul,1994, X, 525-530.
[12] Icî, Adududdîn, el-Mevâkıf fî İlmi’l-Kelâm, Beyrut, trs., s. 429.
[13] Bkz. Nâsır b. Abdülkerîm el-‘Akl, Sünnet ve Cemaat Kavramı,  s. 77; Y. Şevki Yavuz, Ehl-i Sünnet, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, X, 525.
[14] Bkz. A. Hamdi Akseki, İslam Dini, İtikat, İbâdet, ve Ahlâk, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1933, s. 50; Telif Heyeti (A. Saim Kılavuz), a.g.e., s.24-25.
[15] Bkz. M. Sait Özervarlı, Selefiyye, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXX, 399-402
[16] Bkz. A. Hamdi Akseki, İslam Dini, İtikat, İbâdet, ve Ahlâk, s. 50; Telif Heyeti (A. Saim Kılavuz), İlmihal (İman ve İbadetler), s.24-25.
[17] Söz konusu eserlerin bir kısmını Ali Sami En-Neşşar neşretmiştir. Bkz. Aāʾidü’s-selef, İskenderiye, 1971.
[18] Bkz. Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut, ts., I, 104-105.
[19] Yunus, 36.
[20] Bkz. Telif Heyeti (A. Saim Kılavuz), a.g.e., s.24-25
[21] Bkz. Watt Montgomery, İslam Düşünceinin Teşekkül Devri, s. 336.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

nurettinacar2016@gmail.com yorumladı İnsan ve Kâinat Arasındaki Denge
nurettinacar2016@gmail.com yorumladı Edep: Mecburi İstikamet
nurettinacar2016@gmail.com yorumladı Zamanın Esirinde, Kâinatın Diline Karşı