21 C
Bursa
17 Temmuz 2025 Perşembe
spot_img
Ana Sayfaİmanİnsanlık Tarihinde Tevhid ile Şirkin Mücadelesi

İnsanlık Tarihinde Tevhid ile Şirkin Mücadelesi

Giriş

Bilindiği üzere bedensel bir hastalık teşhis edilmeden, başladığı zamanı bilinmeden ve nedenleri araştırılmadan tedavi edilmesi mümkün değildir. Manevî hastalıklar da böyledir. Çok acı bir gerçektir ki, bu ümmet içerisinde birçok manevî hastalıklar yatmaktadır. Müslüman olarak bizler, bu türlü hastalıkları bilmek ve araştırmak zorundayız. Yoksa bulaşıcı hastalıklar gibi bizlere de sirayet etmesi kaçınılmazdır. Manevî hastalıkların başında şirk sorunu gelmektedir. Bu öyle bir hastalıktır ki mikrobik bir hastalığın, bedenin her tarafına yayılıp onu yok ettiği gibi şirk hastalığı da Müslümanın işlediği bütün hayırlı ve Salih amelleri yok edip bitirir. Dolayısıyla bu hastalığın tarihini ve buna karşı verilen mücadeleyi, yaşadığımız İslâm toplumlarında şirkin belirtilerini bilmek, sonra da bununla müptela olmuş ve kronikleşmiş Müslümanları kaçındırmak dinî bir zorunluluktur.

A- Şirkin Tarihi

Şirkin tarihine indiğimizde, onun bu ümmetten önce daha önceki ümmetlerde de var olduğunu Kur’an-ı Kerîm’den öğrenmekteyiz. Öyleyse şirk, insanlık tarihinde ne zaman başlamıştır?

Cenâb-ı Hak, insanlığın nüvesi olan Âdem (a.s.) ile Havva’yı (a.s.) yaratır. Hem onlara ve hem de zürriyetlerine Tevhit dinini seçer. Böylelikle insanlar, Rablerini bilerek, yalnız O’na, hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet ederlerdi. Bu yüzden onlar tek bir ümmet ve millet idiler. Tabiatıyla bunu Allah, o ümmete nebiler yoluyla öğretmişti. Onlar, erkek ve kadınıyla Müslüman ve muvahhit idiler. İçlerinde Allah’a şirk koşan, putlara tapan ve Allah’ın dinine hurafeler sokan kimseler yoktu. Yine kendine secde edilen bir put, ibadet haline getirilen bir kabir, bereket umulan bir ağaç veya taş, kurbanlar kesilen ve adak anılan yatırlar da yoktu. Kendinden medet dilenen bir Melek ve Resul veya Salih bir veli de bulunmuyordu. Hayatlarında bütünüyle Tevhit, hem inanç ve hem de amel yönüyle hakimdi. Ancak insanların, Allah’a hakkıyla itaat edip kulluk etmeleri hiç şüphesiz Şeytanı rahatsız ediyordu. Bu yüzden onları hak yoldan saptırmak için çeşitli sinsi ve süslü yöntemlere baş vuruyor ama bir türlü hedefine varamıyordu. Sonra insanların değer verdiği; Nesr, Ya‘uk, Yagus, Vedd ve Suvâ’ adındaki Salih insanlar birer birer vefat ederler. Bu olay, onları üzüntüye sokar. İşte o sırada Şeytan bu zayıf noktayı fırsat bilir ve o insanları oyuna getirir. Tedrici olarak şirki süslü gösterir ve onlara takdim eder. İnsanlar da o Salih kimselerin kabirleriyle meşgul olmaya başlarlar. Arkadan gelen nesil daha da ileri giderek Şeytanın saptırmasıyla bu kabirlere ibadet etmeye başlarlar.

İnsanoğlunun amansız düşmanı olarak bilinen Şeytanın, hazırladığı bu senaryoyu açık bir şekilde görebilmek için konuyla ilgili bir rivayeti gözden geçirelim:

“Muhammed b. Ka’b el-Kurazî (r.a.) şöyle anlatır:

“Bu isimler -yani; Vedd, Suvâ’, Yagus, Ya‘uk ve Nesr- Âdem ile Nuh’un (a.s.) arasında yaşamış bazı Salih kimselerin isimleridir. Onlara uyan kimseler vardır. Bu Salihler ölünce, İblis onlara gelerek şöyle der:

“Bunların (Salihlerin) suretlerini (resimlerini) yapsanız da meclislerinize veya evlerinize assanız, onlara baktıkça ibadetlerinizde daha gayretli ve iştiyaklı olursunuz”. Onlar bunu yaparlar. Arkadan başka bir nesil gelir ve İblis onlara da:

“Sizden öncekiler bunlara (Salihlere) ibadet ediyorlardı” der. Onlar da böylelikle (bu Salihlere) ibadet etmeye başlarlar. İşte yeryüzünde (Allah’tan gayrısına) putlara ilk ibadet böyle başladı.”[1]

İbn Abbâs (r.a) da yaklaşık olarak bunun tarihini bize rivayetle zikrederek şöyle der:

“Âdem (as) ile Nuh (as) arasında on asır vardır. Bu müddet içerisinde bütün insanlık hak olan tek bir Din üzereydiler. Sonra ihtilafa düştüler, Allah da müjdeleyici ve uyarıcı Nebiler yolladı”.[2]

Nitekim Cenâb-ı Hak bu olaya şöyle değinir:

﴿كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ…﴾

“İnsanlar başlangıçta bir tek ümmet (Din) üzere idiler. (Sonradan ihtilafa düşüp parçalandılar), Allah, müjdeleyici ve uyarıcı Nebiler yolladı. İnsanlar arasında ihtilafa (anlaşmazlığa) düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak (yolu gösteren) kitaplar da indirdi…”. [3]

İşte bu Şeytanî senaryo ile Âdem oğlunda meydana gelen ulûhiyetteki şirk -yani Allah’tan gayrısına kulluk-, Nuh (a.s.) gönderilmeden önce, Salih kişilere aşırılık ve taşkınlık ile başlar. Böylece Allah’a ibadetten yan çizerek Tevhit inancına ters düşerler. Ta ki totemcilik, yani putçuluk kalplerine yerleşir ve Salihlere, şefaat, tevessül, muhabbet, velâyet, takdis, yüceltme vb. bahaneleriyle ibadet etmeye başlarlar. Önceleri Tevhit ümmeti olan bu insanlar, şirk ümmeti haline dönüşür.

B- Şirke karşı Verilen Mücadele

Şirk ve ehline karşı ilk mücadele veren insanlar Resul ve Nebilerdir. Bu nedenle kavmine gönderilen her bir peygamber onlara, şöyle sesleniyordu:

﴿…يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ…﴾

“…Ey kavmim! Allah’a kulluk ediniz, ondan gayrı sizin için bir ilah yoktur…”.[4]

Bu şirk ümmetine karşı Allah (cc), Resul olarak Nuh (as)’ı gönderir ve aralarında 950 sene kalarak mücadele verir. Onları Allah’ı birlemeye, O’na şirk siz kulluk yapmaya, kabirlere ibadet etmeyi de terk etmeye, Salihlerden yardım istemeyi ve medet ummayı bırakmaya çağırır. Onlar da ona karşı inat edip hakkı kabul etmezler. Onlar, kabircilik ve putçulukları üzere kalarak halkı, Nuh (as)’dan şu sözleriyle kaçındırdılar:

﴿وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا.﴾

“(Nûh’un kavminden ileri gelenler şöyle dediler:) ‘Sakın ha! İlahlarınızı (Nûh’un sözüne sebep), Ved’i, Suvâ’ı, Yagus’u, Ya‘uk ve Nesr’i bırakmayın”. [5]

Böylelikle halk Nuh (as)’ı bırakır ve onunla alay etmeye başlar. Yalnız çok az bir topluluk ona iman eder, Allah da Nuh (a.s.) ile birlikte ona inanan muvahhitleri tufandan kurtarır. Belli bir süre geçtikten sonra kabile ve milletlere ayrılan bu insanları, Şeytan hile ile tekrar oyuna getirir. Böylece Hûd’un (a.s.) kavmi Ad’ı, Sâlih’in (a.s.) kavmi Semud’u, İbrahim’in (a.s.) kavmi Sabiî, Lût’un kavmini, Şuayb’ın (a.s.) kavmi olan Medyen halkını, Mûsâ’nın (a.s) kavmi olan İsrailoğullarını sırasıyla şirke düşürür. Ta ki şirk açık bir şekilde Yunan toplumuna girer, böylikle Yunanlılara da birçok ilah anlayışı yerleşir. Hatta Yunan felsefecileri bile kabircilikten kurtulamazlar. Nitekim Aristo ve öğrencileri kabirlere tapar olmuşlardır. Fahreddin Razi’nin (ö.606) kaydettiğine göre, milattan önce 322 ila 384 tarihleri arasında yaşayan Aristo’nun öğrencileri çözemedikleri bir konu ile karşılaştıklarında, hocalarının kabrine giderek, konuyu orada araştırırlardı. Böylece konu çözülür, yardım ve feyzi elde ederlerdi.

Yine milattan önce yaşayan Buda inancına sebeb, uzak doğu ülkelerinde putçuluk yerleşir ve her tarafa heykeli dikilir. Daha sonra bu şirk hastalığı, Tevrat’ın tahrif edilmesiyle Yahudilere, milattan sonra da İncil’in tahrif edilmesiyle Hristiyanlığa teslis inancıyla sirayet eder. Bütün mabetlerinde Meryem ve İsa’nın (a.s.) suret ve resimleri yaygınlaşır. Sonra da şirk, daha da gelişir ve çeşitli şekiller alır, Veli, Salih olarak kabul edilen insanlar, kabir ve yatırlarla ilgili olan her türlü puta, taşa ve ağaca kulluk edilir. Neticede Arap kavimleri de kendilerini bu hastalıktan kurtaramazlar. Aslında İbrahim’ın (a.s.) Hanif dini üzerine mensup olan bu insanları Şeytan tedrici olarak kandırmış, kabirlere ve oradaki yatırları takdis etmeyi süslemişti. Böylece putperestlik, kabirleri yüceltme yoluyla girmişti. Onlar da Nuh’un (a.s.) kavminde olduğu gibi Lat, Menat, Uzza, Hubel adında ölmüş zatların suretlerini yaparak putlar edinmişlerdir. Allah ile kendi aralarında bunları vasıta kılmışlardır.
Kur’an-ı Kerim olayı şöyle anlatır:

﴿ألا لله الدين الخالص، والذين اتخذوا من دونه أولياء ما نعبدهم الا ليقربنا الى الله زلفى…﴾

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz ki Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir…”[6]

Öyle ki, Kâbe’nin etrafında her kabileyi temsil eden 360 put vardı. Böylelikle Araplarda şirk bütün canlılığıyla hakimdi.

C- İslam Ümmetine Şirk Nasıl Girdi?

Her peygamber, gönderildiği kavimde ve kendi döneminde var olan şirklerle mücadele etmiştir. Yüce Allah aynı maksatla bu ümmete de Muhammed (s.a.v.)’i göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Cenâb-ı Hak onunla insanları hidâyete erdirmiş, kör gözleri, sağır kulakları, kitlenmiş kalpleri açmış, insanları Tevhit dini üzerine toplamış, kalplerini telif ederek dinde kardeş yapmıştır. Böylelikle Mekke fethinde putlar parçalanmış, yükseltilmiş kabirler düzlenmiş, Allah’tan gayrı ibadet edilen her kabir, ağaç, taş ve put yok edilip batıl sayılmış ve dinin tamamı, Allah’ın olmuştur. İnsanlar Tevhit dinine girerek, yalnız Allah’a kulluk eder ve dini O’na has kılar olmuşlardır. Bu sayede şirkin karanlığı kalkmış ve Müslüman beldelerinde Tevhit bayrağı yükselmiştir. Bu yüzden artık Şeytan, Arap yarımadasından ümidini kesmişti.

Akabinde gelen Raşid Halifeler de Allah Resulü’nün (s.a.v.) yolundan gitmiş ve fetihler yoluyla Tevhit inancını dünyanın her tarafına yaymışlardı.

Ancak İslâm’ın bu ilerleyişi ve yükselişini gören Yahudi, Hristiyan, Müşrik ve diğer İslâm düşmanları, kılıç ve kuvvetle bunun önüne geçemeyeceklerini anlayınca, eski cahiliye inançlarını tekrar geri getirme maksadıyla planlarını yürürlüğe koyarlar. Elbette ki bunun ilk aşaması, Salih kişiler hakkında aşırılığa gidilmesi olmuştur.

Hz. Osman döneminde İslâm Ümmeti, Abdullah b. Sebe adında müşrik, mülhit ve münafık olan bir Yahudi ile imtihan edilir. Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle, daha sonra bu zındık, Hz. Alî’nin (r.a.) ilâh olduğunu iddia eder. Onun tekrar dünyaya geleceği (recat: dönüş) inancını ortaya atar. Sonra da Peygamber (s.a.v.)’in vasisi olduğu düşüncesini ihdas eder. Kufe’de bir takım cahil insanlar ona tabi olur. Hz. Ali tarafından Şam diyarına sürgün edilen bu sapığın kurduğu fırkanın adı Sebeiyye’dir. Bu inanç gelişerek daha birçok hurafe eklenir ve daha sonra Rafizî adıyla bilinir. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer’e (r.a.) düşmanlığıyla bilinen bu fırka, Gulat-ı Şi‘a, yani fanatik Şiaların adıdır. Bu fikir ve inanç daha da gelişerek Batiniliğe sapar ve ortaya İsmailiyye, Karmatiyye, Nusayriyye, Dürziyye ve Aleviyye gibi bâtinî fırkalarını doğurur. Ülkemizde Alevi veya Kızılbaş olarak bilinirler. Bunun en belirgin örneği, Selçuklular döneminde Müslümanları ifsat etmeye çalışan bu örgüt İsmailiye Batini fırkasının bir kolu olan Haşhaşilerdir. Casusluk ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunan ilk liderleri Hasan b. Sabbâh gelecek İmamın (Mehdinin) temsilcisi olduğunu iddia etmiştir.

Bugün İran’daki Şia mezhebi ve kolları, bütün bu sapık inanç ve uygulamaların odak noktası haline gelir. Kaldı ki, İslam öncesi İranlı Farisiler, Mecûsî idiler, Zerdüştiye, Müzdekiye ve İbâhiye gibi sapık inanç ve dinlerinin etkisi altında kalarak İslam’a girdiler ve söz konusu inançlarından kurtulamadılar. Şayet İran Safevî Şiî devletini, Osmanlı Halifesi Sultan Yavuz Selim etkisiz hale getirmeseydi, belki de bugün İslam ümmetinin ekserisi Şiî inancına sahip olacaktı ki bu durum, İslam ümmeti için büyük bir felaket olurdu.

Mısır’da devlet tesis eden ve Şiî inançlarını yaymak için bin yıl önce Ezher üniversitesini kuran fanatik Şii Fatımîler bunun en bariz örneğidir. Nitekim Kudüs fatihi Selâhaddin Eyyubî bunlara karşı amansız mücadele vermiş ve ellerinden tekrar Mısır’ı almıştır.

Çok rahatlıkla diyebiliriz ki insanlık tarihinde ilk şirk Nuh (a.s.) kavminde başlamış, İslâm ümmetinde de ise, ilk şirki Rafıziler ihdas etmiş ve sonra da Şia’da kıvamına ermiştir.
Yalnız üzülerek söylemek gerekir ki, kendilerini Ehl-i Sünnete nispet ettikleri halde tekkeleri imar edip mescitleri ihmal eden, ülkemizdeki bazı Müslüman kitleler, Veli veya Salih zannettikleri zevatın makamlarını, teberrük adı altında maalesef şirkin, bidatin, hurafenin ve kabirciliğin, merkezi haline getirmişlerdir. Avam halk ise, dini duygularının galebe çalmasıyla cahillikleri nedeniyle etkilenmedikleri bir inanç ve dilek tutmadıkları bir makam ve türbe kalmamıştır.

D- Şirkin Belirtileri

Yazımızın son bölümünde, İslâmî toplumlarda şirkin tezahürlerini sunmak yerinde olacaktır. Anlatılan şeylerin hayali olmadığını göstermek için bunun yansımaları örneklerle sunulacaktır. Öncelikle konuyla ilgili zikredeceğimiz ayeti kerime manidardır:

﴿…وما يؤمن أكثرهم بالله إلا وهم مشركون…﴾

“Onların çoğu, Allah’a ancak şirk koşarak iman ederler”.[7]

Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendi ümmetinin şirk hastalığına bulaşacağını haber vermesi, meseleye ışık tutması açısından önemlidir. Sevbân’ın (r.a.) rivayetinde Nebî (s.a.v.) şöyle buyururlar:

‘Ümmetimden birtakım topluluklar, müşriklere katılmadıkça ve yine ümmetimden bir topluluk putlara tapmadıkça Kıyamet kopmaz.’[8]

Sunacağımız örnekler, günümüzde şirkin farklı tezahürleridir. Kaldı ki şirkin türleri veya şirke götüren vesileleri hem inanç hem de amel yönüyle değerlendirmek zorundayız. Çünkü şirk hastalığı, itikadi olduğu kadar da amelîdir.

İnsanlık tarihinde kendini Rab ilan eden Firavun ile Nemrut’tan başkası olmamıştır. Ancak bu ümmette maalesef, Ali’yi (r.a.) ilâh ilan eden, kâinatı yöneten kutupların, evtad ve gavsların, yedilerin, kırkların var olduğunu iddia eden, evliyanın öldükten sonra yeryüzünde tasarruf hakkına sahip oldukları inancı maalesef halen mevcuttur. Söz konusu iddia ettikleri kişilerin, gayb âlemini ve gaybın sırlarını bildikleri, kalpten geçenlere vakıf oldukları, öldükten sonra bile insanlara fayda verebilecekleri ve bunların Gavs-ı Âzam (meded umulan), Veli, Sâlih, Ârif, Mürşid-i kâmil, Hatemu’l-Evliyâ’ gibi sıfatlara haiz olduklarına inanan zümreler az değildir.

Ne yazık ki Allah’ın isim ve sıfatlarından bazılarını Salih, Veli ve Şeyhlere atfederek nasip ayıran bazı sapık zihniyetli anlayışlara ve cahil avam tabakasına ne demeli? Sonsuz kudret sahibi Cenâb-ı Hakk’ın ilahi yetkilerini onun âciz beşerî kullarına atfeden bu cahil kimseler, kâinatı idare etme yetkisi konusunda Cenâb-ı Hakk’a bir şey bırakmadıklarının farkında bile değildirler.

Diğer taraftan Müslüman geçinen solcuların veya komünistlerin, dünyada cereyan eden olayları tabiat kanunlarına bağlamaları veya tabiatı ya da maddeyi ilâh mesabesinde görmeleri, Rubûbiyyet alanında işlenen şirklerin başında gelir.

Tarihten bu yana genel olarak insanların müptela oldukları veya bu ümmetin bulaştığı büyük şirklerden biri de Ulûhiyet (ubûdiyet) alanındaki şirktir. Bu da Allah’tan gayrısına kulluk etmektir. Örnekleri gerek ferdî gerekse toplumsal alanında çoktur. Şöyle ki:

• İlahî kanunların veya Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği dinin, çağımızın gerisinde kaldığı, bu asırda ilahî kanunların uygulanmasının Müslümanların gerilemesine sebep olduğu, dini uygulamanın vicdanî bir mesele olduğu, hayatın diğer alanlarına dini unsurlarının karıştırılamayacağı düşüncesi yanında, batıl rejim ve sistemleri savunan pek çok seküler zihniyetine mensup insanları görmek pek mümkündür.

• Salihleri kimseleri ve velileri takdis etmek, onları yüceltmek, ilahlık makamında görmek, onlara mutlak olarak itaat edileceğine inanmak, onları masum görmek, Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği hükümlerinin bir zahirî, bir de bâtıni anlamı olduğuna inanıp, zahirî manasının şeriat alimleri ve avam için, bâtınî manasının da havas ve hakikat ehline ait olduğuna inanan ve savunan kimseleri rahatlıkla görebiliriz.

• Salih zannedilen kimselerin kabirleri üzerine bina, mescit, kubbe yapmak, onlardan yardım istemek, dilek tutmak ve sıkıntılarının açılmasını, hastalığa şifa vermelerini, düşmana karşı yardım etmelerini beklemek, onlardan bir şeyler ummak, kabirlere kurban kesmeyi ve adak adamayı adet edinmiş avam kesiminden ne kadar insan vardır. Söz konusu cahilâne uygulamaları kabirlerde yapanlar, türbe parmaklıklarına veya dilek ağaçlarına çaput bağlayanlar, mum yakanlar, Allah’la kendisi arasına aracı koyanlar, Allah’ı unutup da onlardan şefaat dileyenler az değildir. Halbuki Rabbimiz vahyettiği Kitabında:

﴿…وأن المساجد لله فلا تدعو مع الله أحدا…﴾

“Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye yalvarmayın”.[9] yani “aracı koymadan sadece Allah’a yalvarın” diye buyurmaktadır.

• Uğursuzluğa inanmak, zarar vermek ve fayda görmek maksadıyla muska yaptırmak, bunları takmak, üfürükçüye ve cincilere giderek sihir, büyü yapmak ve yaptırmak, göz değmesin diye çocuklara nazar boncuğu takmak, kâhine, falcıya gitmek, kahve falına, burçlara ve yıldız nameye inanmak, Uluhiyet Tevhidi’ ne zıt olan bu gibi inanç ve adetler toplumda maalesef hakimdir. Medyumların, müneccim ve kahinlerin geleceği veya cinlerin gaybı bildiklerine inanan çeşitli yollarla ruh çağırıp sorular sorma seansları düzenleyenler, modern dünyada bile yaygındır.

• Günümüzde ne yazık ki, mal ve para, kadın, şöhret ve makam sevgisi gibi fani unsurları put haline getiren, dünyaya aşırı bağlılık ve hevaya tabi olan toplumlar çoğalmış, Rabbimize yöneliş ve kulluk ise zayıflamıştır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde buna işarette bulunmuştur.

“Dinar ve dirhemin kulu helak oldu, kadifenin de kulu helak oldu. Kendisine verilirse razı olur, verilmezse de kızar”.[10]

Rabbim bizleri cehaletten, şirke ve küfre düşmekten muhafaza buyursun, Hakkı hak bilip, hakka tabi olmayı, Batılı da batıl bilip, batıldan kaçınmayı muvaffak kılsın.


[1] Bkz. Begavî, Tefsîr, VIII, 232; Suyutî, ed-Durru’l-mensûr, VIII, 294. Hafız Suyutî, bu rivayeti ‘Abd b. Humeyd’e nispet etmiştir.
[2] Sahîh-i Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr, İbn Abbas’tan rivayetle…
[3] Bakara Suresi, 213.
[4] A‘râf Suresi, 73.
[5] Nûh Suresi, 24.
[6] Zümer Suresi, 3.
[7] Yûsuf Suresi, 106.
[8] Ebû Dâvud; Tirmizî; Hâkim el-Müstedrek adlı eserinde Sevbân’dan rivayetle. Bkz. M. Nsiruddin
El-Elbanî, Sahîhu’l-Câmi’es-Sagîr, no: 3072 adlı çalışmasında hadisin sahih olduğuna hükmetmiştir.

[9] Cin Suresi, 18.
[10] Sahîh Buhârî, No: 2886.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa Gül Dağyar yorumladı Bu Can Bu Bedene Mülk Değil
Başak koçoğlu yorumladı Emanetimiz Dünya
Deniz yorumladı Emanetimiz Dünya
İsmail UYSAL yorumladı Gönlünü Kirletme
Serdar yorumladı İman: Miras mı, Tercih mi?