8.2 C
Bursa
14 Aralık 2024 Cumartesi
spot_img
Ana Sayfaİslamİslam ve Müslümanların Gerçek Düşmanları - 2

İslam ve Müslümanların Gerçek Düşmanları – 2

Giriş:

Saygıdeğer Okuyucularımız, önceki yazımızda Yahudiler üzerine durulmuştu. Kısaca Yahudiliğin tanıtımı ve tarihçesi verilmiş, Hz. Peygamber döneminde Medine’deki Yahudileri tanıtılmış, Filistin topraklarında İsrail Devletini kurmaları, özellikleri, dayanakları ve güç kaynakları, hedef ve gayelerine ulaşmak için kullandığı vasıtaları {imkanlar} anlatılmıştı. Bununla birlikte bazı inançları, şiar ve alametleri yanında, Mason ve Siyonist Yahudilerin birtakım sembolleri hakkında bilgi verilmişti. Yazımızda ayrıca insanlığı ve özellikle Müslümanları sömürme ve ifsat etme yöntemleri de ele alınmıştı.

Bu aylık yazımızda ise, İslam ve Müslümanların gerçek düşmanı olarak Yahudilerden sonra şirk ehl-i olan Müşrikler yer alması icap ederdi. Ancak şirk kavramı çok geniş bir kavram olup, günümüzdeki ehl-i küfrü de içerdiği söylenebilir. Mekke Müşriklerini anlatmak ve yegâne ibadete layık olan Rabbimize karşı işlenen uluhiyetteki şirklerini beyan etmek ne kadar önemli ise, bugün ülkemiz gençliğinin düçar olduğu ateizme götüren deizm inancını izah etmek de o kadar önemlidir.

Söz konusu itikadi konuları başka bir yazımıza havale ederek, bu ayda fikri ve fili savaşta Yahudilerin çok yakından dostu olan ve iki asır kanlı haçlı seferleriyle İslam ve Müslümanların gerçek düşmanları olarak telakki edilen Hristiyan Milleti üzerinde durmanın yararlı olacağını düşündük.

1. Hristiyanlığın Tanıtımı:

Hristiyanlık, Hz. İsa Mesih’e Peygamberimiz (sav)’den VI. asır önce gönderilen dinin adıdır, Hristiyan kimse ise, Hz. İsa’ya (as) tabi olan kimsedir.[1]  Şam, İrak, Mısır ve Habeşistan’da Hristiyanlar Nasâra[2] ismiyle anılırken, Doğu Roma İmparatorluğunda Rûm, ismiyle bilinmektedir. Ancak günümüz Batı Avrupa’sında Frenk, ya da Yunanca “Hristos” kökünden Christians olarak bilinir veya İsa Mesih’e (a.s) nispetle Mesihiler[3] adıyla anılırlar.

2. Tarihçesi:

Söz konusu din Filistin topraklarında zuhur etmiş, akabinde Arap yarımadasının etrafına yerleşmiştir. Daha sonra Rum diyarında yayılarak Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya kadar uzanmıştır.

Miladi 313 yılında Bizans İmparatoru Konstantin Hristiyanlara serbestlik tanıyan Milan Fermanı’nı ilan etmesiyle birlikte, Kutsal kitap, inanç esasları ve uygulamaları konusunda birçok tartışma meydana gelmiştir. Söz konusu farklıkları sonlandırmayı düşünen Konstantin, 325 yılında İznik’te bir konsili toplamıştır. Bu konsilde İsa (as)’ın tanrılığını savunanların görüşü kabul edilmiştir. Hristiyanlığın şekillenmesinde ve tahrif edilmesinde aslı Yahudi Şaoul olan Pavlus önemli rol oynamıştır.[4]

Altı asır sonra İslamiyet geldiğinde, Kur’an-ı Kerim, Hristiyanlığın dalalet ve sapmalarını, haktan nasıl uzaklaştıklarını Hz. İsa ‘ya (a.s) inen İncil kitabını ne şekilde tahrif ettiklerini ortaya koyduğu halde[5] yine de müntesiplerini, dinlerinin aslı tevhit dini olduğundan dolayı Ehl-i Kitaptan addedilmiştir.[6] Zamanla İslam uleması ile Hristiyan papazları arasında ciddi tartışmalar olmuş, onlara karşı mücadelenin en güzeli verilmiştir. Alanla ilgili birçok reddiye eserler yazılmıştır.[7] Bir kısmı hakkı seçip, İslam diniyle müşerref olmuştur. Geriye kalan topluluklar ise, Hristiyanlıkta kalmayı tercih etmiş, Hristiyan topraklarını fetheden geçmiş İslam devletlerin himayesinde tarih boyunca ehl-i zimmi sayılarak güven içerisinde yaşamışlardır.

Ancak Hristiyan Frenkler, İslam orduları karşısında yenilgiye uğrayınca Avrupa’nın orta bölgesine çekilmişler, Müslümanlara karşı sürekli bir şekilde adavet, buz ve kin beslemişlerdir. Söz konusu Frenkler, yani Fransa toplulukları çoğalarak hakimiyetlerini küçük Asya üzerine kurmuşlardır.

Hristiyan Rumlar ise, Müslümanları sürekli bir şekilde rahatsız edip, her fırsatta zarar vermişlerdir.  Ancak Selçuklu ve daha sonra Osmanlıların karşısında ezilip devletleri yıkılınca Rusya ve Avrupa’nın doğusuna çekilmişlerdir.

Müslümanları sürekli kollayan Fransızlar, onları zayıf bulduklarında haçlı seferleri tertip ederek Şam ve Kudüs’e hücum edip ele geçirdiler. Haçlı seferleri iki asır kadar sürmüştür. XII. Asırda Selâhaddin ve orduları Şam ve Kudüs şehrini Haçlılardan geri almıştır. Yenilgiye uğrayan Haçlılar böylelikle çekilir ve bu günkü İspanya adıyla bilinen Endülüs’te X. Asırda Portugal devletini kurarlar.[8] Böylelikle Müslümanların Doğu Hristiyanlarla alakası kesilir.

Doğu ile Batı Hristiyanları arasında kuvvetli bağlar kurulunca, Müslümanlara karşı düşmanlıklarını hem fikir hem de silah savaşıyla günümüze kadar sürdürürler. Netice itibarıyla Batı ile Doğu Hristiyanlık alemi Garb (Occident) ismini alırken, İslam Dünyası ise Şark (Orient) ismini almıştır.

Rönesans döneminden günümüze kadar papazların konsiller vasıtasıyla tesis ettiği kiliselerdeki ruhbanlık kanunu madde ve müspet ilimleri karşısında fiasko ile neticelenince Vatikan Kilisesi birçok çağdaş sorunu çözme konusunda aciz kalmıştır.[9]

3. Hristiyanlığın İnhirafı ve İncilin Tahrifi:

Miladi 320 yılında Hristiyanlığa giren Pavlus’un ifsadıyla Hristiyanlık ihtilaflar sonucu tahrif başlamış,[10] kiliseler birbirlerini lanetler olmuştur. Nitekim söz konusu din çok erken tahrife uğramıştır. Hristiyanlığın dini esaslarında tahrife uğrayan hususları şu şekilde sıralayabiliriz.

a. Teslis İnancı :

Hristiyanlığın inancına göre, Tanrının varlığı üç (ekanim) unsurdan oluşmaktadır. 1) Tanrı, 2) İsa Mesih, yani Tanrı’nın oğlu, 2) Ruhu’l-kudüs’tur.[11] Kur’an-ı Kerim, bütün ilahi dinlerin tevhit esasına dayandığı bir çok ayeti kerimede vurgulamış, teslis inancının Allah’a şirk koşmak olduğunu belirterek Hristiyanları bir çok ayetinde bu aşırıklarını tenkit etmiştir.[12]

b. İncilin Tahrifi :

Miladi dördüncü asırda birden fazla incil versiyonunun olduğu kaydedilmektedir. Hristıyan dünyasında bunların geçerli olanları, Metta, Markos, Lüka ve Yuhanna incilleridir. Söz konusu inciller mütalaa edildiğinde, birbirini tutmayan bir çok çelişkilerin bulunduğu farkedilecektir. Önceki semavi dinlerde haram olanlar helal, helal olanlar da haram kılınmıştır. Barnabas incilinde, Hz. Muhammed (sav)’in gelişi müjdelendiği için Apokrif incil kabul edilerek geçersiz, yani sahte incil sayılmıştır. [13]

c. Dünya’ya teşrif eden her çocuğun Adem (a.s)’ın günahını taşıyarak günahkar olarak geldiği İnancı :

Dünyaya gelen her Hristıyan çocuğun Adem (a.s)’ın günahını taşıdığından bundan kurtulabilmesi için kilisede mukaddes suyu ile yıkanılması suretiyle vaftiz edilmesi gerektiğine inanılır.[14] Kur’an-ı Kerim ise, bu sapık inancı reddederek, hiç kimse başkasının günahından sorumlu olmadığını açıkça ifade etmiştir.[15]

d. Ruhbanlık:

Bunun anlamı, papaz olmak isteyen kişinin, evlilik hayatını terkederek, şehevani arzulardan uzak kalmak için Manastırda inzivaya çekilmesi ve spirituel bir hayat yaşaması gerekli görülmüştür.[16]

e. Papazın Günah Çıkartma Hadisesi:

Günahkâr olan Hristiyan bir kimse, para mukabilinde günahlarını papazın önünde itiraf etmek ve bir daha işlememek üzere söz vermesi suretiyle affolunma kartını satın alarak günahlarının bağışlandığına inanır.[17] Fark edileceği üzere söz konusu uygulamada papazın, Allah ile kul arasında bir vasıta olduğuna inanılır. Böylelikle bir taraftan Allah’a karşı şirk işlenirken diğer taraftan papazlar, batıl yolla Hristiyan halkının malını yemektedirler.

4. Hristiyan Mezhepleri:

Tarihî süreç içerisinde farklı nedenlere bağlı olarak Hristiyanlıkta birçok mezhep ortaya çıkmıştır. Katolik, Ortodoks ve Protestan mezhepleri bunların başında gelir. Ancak söz konusu mezhepler ilahiyat alanında farklı inanç ve uygulamalara sahip olması nedeniyle mezhep olmaktan çıkmış, her biri birer din haline gelmiştir. Batı ve Doğu Avrupa’daki kiliselere baktığımızda bu farklı mezheplerin kiliseleri de farklıdır. Örneğin herhangi bir Katolik kilisesine girildiğinde İsa Peygamber ve Meryem (as)’ın birçok resminin duvarlara asılı veya çizili olduğu görülürken, bunun aksine Protestan kiliselerinde hiçbir asılı veya çizili resim görülmemektedir.

Katolik Mezhebi: Doğu ve Batı kiliselerinin birbirinden kopmasından sonra Roma’daki kilise evrensel anlamına gelen Katolik adını almıştır. Günümüz Hristiyan dünyasının büyük çoğunluğu Katoliklerden oluşmaktadır. Katolik nüfusunun büyük bir kısmı Güney ve Orta Amerika ülkeleri ile İtalya, İspanya, Portekiz, Belçika, Fransa, Polonya ve Macaristan gibi Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. Ayrıca Almanya, Avusturya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de büyük oranda Katolik nüfus bulunmaktadır.[18]

Katolik Kilisesi’nin merkezi Vatikan’dır. Bu kilisenin başında papa bulunmaktadır. Papa Roma piskoposu olarak Petrus’un halefidir. Böylece papa, ruhani Vatikan Devleti’nin başı olarak İsa’nın vekili durumundadır. O, yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisidir. Papayı kardinaller seçer ve görevleri ölünceye kadar devam eder.[19]

Ortodoks Mezhebi: Ortodoks, doğru inanca sahip anlamına gelir. Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasından sonra, Doğu kilisesi, kendisinin doğru inanç üzerinde olduğunu ifade etmek için bu adı kullanmaya başlamıştır. Bu mezhep, İstanbul ve Roma kiliselerinin siyasal çekişmeleri ve dinî ihtilafları sonucu ortaya çıkmıştır. Türklerin Anadolu ve Balkanlarda ilerlemesi karşısında Bizans’ın papalıktan yardım istemesi tekrar iki kilisenin birleştirilmesi düşüncesini akla getirmiştir. Ancak halkın ve ruhbanların buna taraftar olmaması bu girişimleri sonuçsuz bırakmıştır.

Ortodoks Kilisesi, Katolik Kilisesi’nden farklı olarak hiyerarşik bir yapı yerine, eşitlik anlayışını esas alan kiliseler topluluğundan oluşmaktadır. Bu eşitlik arasında İstanbul Kilisesi, öncelik şerefine sahiptir. Ancak bu durum ona diğer kiliselerin işine müdahale yetkisini vermez. Ortodokslar, bu eşitlik anlayışı sebebiyle Katoliklerin iddia ettiği gibi patriğin veya bir başka piskoposun yanılmazlığı iddiasını kabul etmezler.[20]

Protestan Mezhebi: Protestan başkaldıran, itiraz eden anlamına gelir. 16. yüzyılda Katolikliğin dinî uygulamalarına tepki olarak ortaya çıkan reformist topluluklara Protestan adı verilmiştir. Protestanlık, Ortodoks ve Katolik kiliselerinin dışındaki birçok grubu oluşturan geniş bir Hristiyan mezhebini ifade eder.

Uygulamalarıyla bu iki kiliseden önemli farklılıkları bulunan Protestanlığın kökleri 16. yüzyıldaki dinî reform hareketlerine dayanır. Alman Rahip Martin Luther (1483-1546), Roma Katolik Kilisesi’nin günahları bağışlayıp bunu mali bir kaynak hâline getirmesi, kutsal kitap yorumunu sadece kendi yetkisinde görmesi ve ayin dilinin sadece Latince olması gibi hususlara karşı çakarak ilk itirazı başlatmıştır. Luther’in başını çektiği bu hareket, daha sora Zwingli ve Calvin gibi birçok Protestan tarafından Avrupa’nın her yerine yayılmıştır.[21]

5. Hristiyanlığın İslam ve Müslümanlar Bakışı:

Hristiyanların İslam’a bakışı, Yahudiliğe bakışından farklıdır. Bunun nedeni, Hristiyanlıkla İslam arasında tarihsel bir bağın olmayışıdır. Hristiyanlıktan sonra farklı bir coğrafi ve kültürel ortamda ortaya çıkan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlıktan bağımsız bir şekilde gelişmiştir. Bu nedenle İslam, Hristiyanlığın dinî yapısıyla ilgili doğrudan problem meydana getirmemiştir. Bundan dolayı II. Vatikan Konsili’ ne kadar hiçbir konsil belgesinde İslam’dan bahsedilmemiştir. Bununla beraber Müslümanlarla Hristiyanlar arasında özellikle polemik (reddiye) tarzında tartışmalar meydana gelmiştir. Söz konusu tartışmalar sayesinde, Hristiyanların Müslümanlarla karşılaşmasıyla başlamıştır. Tartışmalarında İslam’ı eleştirmekten geri kalmamışlardır.[22] Bunların en başında, İslam’ın silah zoruyla yayıldığı iddiası gelmektedir. İslam âlimleri ise, Hristiyan ilahiyatçıların yapmış olduğu bu eleştirilerin gerçek dışı olduğunu ifade eden reddiye türünde eserler yazmışlardır.[23]

Haçlı Seferleri sırasında Hristiyan bilginler, İslam’ı daha yakından tanıma imkânı bulmuşlardır. Ancak İslam’ı olduğu gibi Avrupa’ya tanıtmak yerine çarpıtılmış bir İslam ve Müslüman imajı sunmayı tercih etmişlerdir.

II. Vatikan Konsili’nden sonra ise, Hristiyanların Müslümanlara bakış açısında biraz değişiklik meydana gelmiştir. İlk defa bu konsilde Müslümanlardan, onların inanç ve ibadetlerinden söz edilmiştir.[24]

II. Vatikan Konsili’nde Müslümanlarla diyalog kurulması için ayrıca çalışmalar yapılmıştır. Günümüzde diyalog süreci, papalığın zaman zaman Hz. Muhammed ve İslam hakkında söylediği olumsuz sözlerle etkilenmesine rağmen hâlen devam etmektedir.[25] Ancak unutmamalıyız ki, Avrupa’daki Yahudi lobilerin etkisiyle Hristıyanların İslam ve Müslümanlara karşı düşmanlığı çoğalırken, Yahudi sempatizanlığı da giderek artmıştır. Bunun en canlı örneği, günümüzde İsrail’in Filistinli Müslümanlara uyguladığı soykırımını destekleyen maalesef Amerika ve birçok Avrupa ülkesinin yanında Hristıyan Almanya, söz konusu ülkelerin başını çekmektedir.

6. Türkiye’de Hristıyanlık ve Misyonerlik Faaliyetleri :

Türkiye’deki Hristıyanların büyük çoğunluğu, tarihi ilk yüzyıllara kadar uzanan kiliselerin mensuplarıdır. Ülkemizde bugün Hristiyan gruplar olarak Rumlar, Ermeniler, Süryaniler ve Arap Ortodoksları yer alır.

Hristiyan Misyonerlerin Türkiye’deki faaliyetlerine gelince, II. Dünya Savaşı sonrası “Avrupa Birliği”nin kurulması, Türkiye’nin 1961’de Ankara Antlaşması’nı imzalaması sonucu, halkımızda meydana gelen “Avrupa’ya hoşgörü zemini,” ne bağlı olarak bu zeminden hareketle misyonerler faaliyetlerini artırmışlardır. 1980’li yıllarda Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne dahil etme girişimleri, Sovyetler Birliği’nin 1990’larda dağılması, “insan hak ve hürriyetleri”, demokratikleşme, “küreselleşme ve globalleşme” anlayışları derken, ülkemizde çok amaçlı ve etkin bir misyonerlik süreci ivme kazanmış durumdadır. Bir de “dinler arası diyalog” projesi ortaya atılmıştır. Kaldı ki bu, Avrupa Birliği’nin belirlenmiş bir politikasıdır. Vatikan Papalığı, Avrupa Birliği ile birlikte hareket etmektedir[26]. Papa II. Jean Paul, 24 Aralık 1999’da yayınladığı yılbaşı mesajında; “birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım” diyerek, Asya’yı Hristiyanlaştırma politikalarının hedefine koymuştur. Ayrıca Vatikan tarafından, “Asya’nın Hristiyanlaştırılmasında Türkiye merkez kabul edildi”, görüşlerine yer verilmesi, ülkemizin Asya’nın Hristiyanlık için geçiş yolu üzerinde olması, günümüz misyonerlik faaliyetleri açısından ülkemizin ne derece büyük tehlikeler ile karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır.[27]

Vatikan Katolik Kilisesi’nin misyonerlikte ortaya koyduğu yeni metodu; “dinler arası diyalog” çerçevesinde, Hıristiyanlık mezhepleri arasında diyalog ve işbirliği olmuştur. “Düşman Kardeşler” olarak bilinen Katolik ve Ortodokslar arasındaki yakınlaşma dikkati çekmektedir. Bu gün Türkiye toprakları üzerinde maalesef elli beş bin misyonerin faaliyet gösterdiği ifade edilmektedir. Dünya’da 1992 yılı verilerine göre; misyonerlere ait 120.880 kurum, misyonerleri eğiten, yetiştiren 99.200 enstitü, misyonerlik faaliyetlerinde çalışan mesleki misyoner 4.208.250 kişidir. Bu misyoner kurumlarında 82.000.000 bilgisayar, misyoner kurumlarında bir yıl içerisinde çıkarılan 88.160 adet kitap, misyonerlik hizmetlerinde faaliyet gösteren 2.340 radyo ve televizyon istasyonu vardır. Misyonerler, her yıl bedava 53.000.000 İncil dağıtmaktadır. Kilise okullarında okuyan 9.000.000 öğrenci, bu kiliselere ait 10.600 hastane, yine kiliselere ait 680 huzurevi ve 10.050 tane eczaneleri vardır. Hristiyanlaştırma hizmet projelerinin bütçesi 163 milyar dolardan fazladır.[28]

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Misyonerler, Hristiyanlığın bir sonucu olarak kabul ettikleri, Batı Uygarlığının nüfuz alanını genişletmek, eskiden kendilerine ait olan yerlere yeniden sahip olmak, dünyayı Hristiyan-Batı Kültürü ile etkilemek ve dünyadaki bütün rejimleri değiştirmek, amacını gütmektedirler. Misyonerler, Türklere karşı ise; İslâm’dan soğutmak, kendi kimlikleriyle çatıştırmak, Türk devletine ve Türk milletine düşman unsurlar yetiştirmek suretiyle, Türkiye’de “azınlık ırkçılığı”nı ve bölücülüğü yaygınlaştırmak için gayret göstermektedirler.[29] Günümüzde birçok televizyon programı, yahut gazete ve dergi yayınıyla, hatta özel broşürler ile kendi düşüncelerini propaganda edebilmektedirler.[30]

Bu eylemlere karşı en etkin mücadele, kendi kültür kaynaklarımızı ve değer yargılarımızı yurttaşlarımıza ve gençlerimize en akılcı ve bilimsel bir yöntemle öğretmek, Millî ve ahlâkî değerlerimizi kazandırmaktır.


[1] Bkz, Kitab-ı Mukaddes, Markos, 12/38-39; Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, Ankara, 1996, s. 45-46.
[2] Maide Suresi, 82.
[3] Bkz, Kitab-ı Mukaddes, Resüllerin İşleri, 11/26; Kerimoğlu Barış, Zehirli Sarmaşık Misyonerler, İstanbul, 2004, s. 24; Bkz. Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, s.45-46.
[4] Bkz. Gündüz Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s. 303.
[5] Tevbe Suresi, 30;
[6] Ali İmran Suresi, 46, 71, 98 ; Nisa Suresi, 171; Maide Suresi, 72, 73 ve daha birçok ayeti kerimelerde Ehl-i Kitap diye anılmaktadır.
[7] Bkz. Işık Hidayet, Âmiri’ye Göre İslam ve Öteki Dinler, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 176.
[8] Bkz. Encyclopedia, www.worldhistory.org/trans/tr/2-1553/selahaddin-eyyubinin-kudus-fethi-1187/; Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ha%C3%A7l%C4%B1_Seferleri#.
[9] Bkz. Aydın Mehmet, Hristiyan Genel Konsilleri, Konya, 1991, s. 94-98.
[10] Bkz. Gündüz, Şinasi, age., s. 303.
[11] Bkz. Aydın Mehmet, Hristiyan Genel Konsilleri, s. 13; Sarıkçıoğlu Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi Yayınları, Isparta, 2008, s. 299.
[12] Bkz. Ali İmran Suresi, 46, 71, 98; Nisa Suresi, 171; Maide Suresi, 72, 73.
[13] Bkz. Kuzgun Şaban, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, s. 148-167, 305-338.
[14] Bkz. Aydın, Mehmet, Dinler Tarihine Giriş, Damla Yayınları, Konya, 1996, s. 116.
[15] Fatır Suresi, 18.
[16] Bkz. Aydın Mehmet, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Din Bilimleri Yayınları, 2005, s. 648.
[17] Bkz. Adam Baki, İmam-Hatip Liseleri Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2007s. 48.
[18] Bkz. Heyet, Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007s. 110.
[19] Bkz. Aydın Mehmet, Hristiyan Kaynaklarına Göre Hristiyanlık, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995. s. 114.
[20] Bkz. Heyet, Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995, s. 118.
[21] Bkz. Eliade, Mircea Dinler Tarihi Sözlüğü, (çev.: Ali Erbaş), İnsan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 133.
[22] Bkz. Baki Adam- Katar Mehmet, Dinler Tarihi, Anadolu Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2006/2007, s. 184.
[23] Bkz. Işık Hidayet, Âmiri’ye Göre İslam ve Öteki Dinler, s. 176.
[24] Bkz. Baki Adam- Katar Mehmet, Dinler Tarihi, s. 185.
[25] 15 Eylül 2006 tarihinde Vatikan’ı temsil eden Papa 16. Venedik’in, Regensburg Üniversitesi’nde yapmış olduğu konuşmasında bir buçuk milyar İslâm dünyasının Peygamberi olan Muhammed (s.a.v) hakkında, söylediği çirkin sözler bunun en bariz örneğidir.
[26] Bkz. Kocabaş Süleyman, Misyonerlik ve Misyonerler, Vatan Yayınları, İstanbul, 2002, s. 181-182.
[27] Bkz. Kocabaş Süleyman, Misyonerlik ve Misyonerler, s. 183.
[28] Bkz. Umara Muhammed, Müslümanların Hıristiyanlaştırılması, Denge Yayınları, İstanbul, 1995, s. 35.
[29] Bkz. Küçük Abdurrahman, “Misyonerlik Nedir? (Misyonerlik ile “Tebliğ” Arasındaki Fark)”, Dinler Tarihçileri Gözüyle Türkiye’de Misyonerlik, (Sempozyum 01-02 Ekim 2005, Ankara, (ss. 19-33). s.32.
[30] Bkz. Kılıç Remzi, Misyonerlik ve Türkiye, TÜBAR-XIX-/2006-Bahar, s. 341.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Azmi Efe Özdemir yorumladı Şahsiyet Eğitiminde Fedakarlık Kavramı
Serhat ismail Çetin yorumladı Şahsiyet Eğitiminde Fedakarlık Kavramı
Hatice yorumladı Yalan Dünya