“Kendileriyle huzur bulasınız diye size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” (Rum, 30/21)
Âyet-i kerimelerdeki ifade netliği, sekinet, meveddet ve rahmet, aile olabilmenin ve aile kalabilmenin formülünü deruhte ediyor. Bu kavramların künhüne vakıf olan bir ailenin dağılması, sorumluluklarından kaçınması, sevgi, saygı ve karşılıklı muhabbeti teğet geçmesi düşünülemez. Ama şeytan, nefis ve dünyevi kapitalist şeyler/aldanışlar eşlere, bu durumun ehemmiyetini, bilinç ve şuur/idrak seviyesine çıkaramıyor. Sözde birliktelikler zamanla aşınmaya uğruyor. Aşınan, zarar gören taraflar vahiyle, vahyin barındırdığı sekinet, meveddet ve rahmetle tamir edilmeyince dağılıp gidiyor. Ailenin özü gidince, kağıt üzerindeki sözleşmeye dayalı ticari evlilikler de, her yönüyle toplumun ifsadına sebebiyet veriyor. Çünkü aile biyolojik birlikteliğin ötesinde, duygusal/ruhsal bir dayanışma ünitesinin, yaşam tarzı haline getirilmiş, sistematik şeklidir. Ayette belirtilen dinamikler silikleştiğinde ya da aileyi ayakta tutan dinamiklerin yerine yenisi konulamadığında, hayatın anlamı da süblimleşebilmektedir.
“Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin…” (Nisa 4/4)
“Kadınlarla birleşip onlardan bir kısmına mehir verdiyseniz, artık onu geri almayın. Çünkü o kadınlarla sağlam bir sözleşme yapmıştınız.” (Nisâ, 4/21)
Halbuki düzgün bir aile, insanın yaratılışında/fıtratında mündemiç zaruri bir ihtiyaçtır. Bu fıtri gerçeklik dolayısıyladır ki, Allah Teâlâ, Kerim kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bize, evlilik sürecinin rastgele, sıradan bir kurumsallaşma olmadığı yönündeki uyarılarıyla ve Allah Rasûlü hayatlarında, bizzat yaparak-yaşayarak, aileye özel bir önem vermişlerdir. Çünkü aile olabilmenin hem kişiye hem de topluma bakan iki cepheli işlevsel ve aktif/dinamik veçhesi vardır.
“Erkekler kadınlar üzerinde koruyup gözeticidirler. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır ve erkekler mallarından harcama yaparlar.” (Nisâ, 4/34)
Bu nedenle aile içi roller, toplumsal birlikteliği ve düzeni de etkiler niteliktedir. Adalet, hakkaniyet ve rahmet bu aile içi rollerin temel dinamikleridir. Allah eşitliğin verdiği sun’i gündemle uğraşmaksızın adaletin ve kıstın üst medeniyet rolleriyle buluşturur aileyi. Çünkü burada mesuliyetin verdiği ağır sorumluluk altındaki erkeğe bir gönderme vardır. İşin arka planında kadının nayifliği ve toplumsal dayanaklarının sağlam bir zemine oturtulması ve onun için güven ortamının oluşturulması vardır.
“Rabbim! Bana da soyumdan da salihler ver.” (Saffat 37/100)
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 66/6)
Bu güven ortamı içerisinde neslin devamı ve korunması adına, aileye yüklenmiş maddi ve manevi sorumluluğun açısal köşegenleri ve kodları verilir. Çünkü aile, sadece cinsel dürtülerin hayattan bağımsız giderilmesinden/tatmininden ibaret bir yapıdan çok öte bir sistemin adıdır. İnanç ve ahlâkî münasebet, bu sistemin kılcal damarlarıdır. Yıkılmaması, kesilmemesi, törpülenmemesi gereken sütunlarıdır.
“Kadınların da hakları vardır; tıpkı erkeklerin onlar üzerindeki hakları gibi. Ancak erkekler, (bazı yönlerden) onlar üzerinde bir dereceye sahiptir.” (Bakara, 2/228)
Eşler, hem şehevi duyguların karşılıklı meşru ve münasip tatmininden, hem de ilişkilerde hakkaniyetin, iyiliğin/ihsanın ve güzelliğin, aile içi rayiha gibi yayılıp daimî olmasından mesuldürler. Buradaki köşe kavram ihsandır.
“Kadınlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz…” (Bakara, 2/187)
“Onlarla/eşlerinizle güzel bir şekilde geçinin…” (Nisa 4/19)
“Onları ya güzel bir şekilde tutun ya da iyilikle salıverin.” (Bakara, 2/229)
“Eğer eşler (birbirinden) ayrılırlarsa, Allah her birini genişliğiyle zenginleştirir. Allah her şeyi kuşatandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa 4/130)
Adaleti, merhameti ve ihsanı baz alarak idame ettirilen bir ailede de belirli zaman dilimlerinde tıkanmalar olabilir. Allah’ın istemediği bir eylem olsa da, tıkanan ve artık aile kalabilmenin imkansızlaştığı durumlarda adalet, merhamet ve nezaket çerçevesinde ayrılıklar da elzemdir. Hakemliğin ve diyaloğun fayda vermediği bu gibi durumlarda ihsan ve in’am üzere ve rencide etmeksizin, birbirini tamamlayan örtüler olduğunu unutmaksızın ayrılıklar tabii bir durumdur.
Velhasıl toplumsal ahlâkî, dinî ve sosyal-otokontrol mekanizmasının ana nüvesi olan aileyi, vahy ekseninde, dinamik bir yapıda tutmak, insan olmanın bir getirisidir. Çünkü ailedeki temel dinamikler ve prensipler toplumu; toplumdaki temel dinamikler ve prensipler de aileyi etkilemektedir.
Enes (ra) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) Hz. Âişe’ye ‘Ya Aiş! Ben senin hoşnutluğunu ve öfkeni anlayabiliyorum,’ buyurdu. Âişe sordu: ‘Bunu nereden anlıyorsun?’ Resûlullah dedi: ‘Memnun olduğunda: “Hayır, Muhammed’in Rabbi hakkı için!” dersin. Kızgın olduğundaysa: “Hayır, İbrahim’in Rabbi hakkı için!” dersin.’” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 78)
Unutulmaması gereken son nokta ise, aileyi ayakta tutan sıvanın/harcın, eşlerin birbirlerini çok iyi tanımaları ve duygusal bağları olduğudur. Konuyla ilgili Allah Rasûlü’nün çağları aşan bu duruşu, bizim için mihenk taşıdır. Aile içinde hayırla anılmak niyazıyla vesselam.