Siz hiç görmediğiniz birini sevdiniz mi?
Görmeden sevilir mi peki? Sevilir, hem de çok sevilir.
O’nun (s.a.v) hayatını, ahlakını, kadınlara, çocuklara, kölelere nasıl davrandığını okudukça, kısacası beşeri özelliklerini öğrendikçe sevgimiz artar artar ve kalbimizde dolup taşar.
Biz O’nu görmeden sevdik. O da bizi görmeden sevdi.
Bir gün sahabelerine döndü, gözleri doldu:
“Kardeşlerimi özledim.” dedi.
Ashabı şaşırdı:
“Ya Resûlallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?”
Ve o, sanki yüzyıllar sonra bize seslendi:
“Siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim, beni görmeden iman edenlerdir.” (Müslim, Tahâret 39)
Sahabe, O’nu görmüş, sohbetine katılmış, beraber yemek yemiş, cenk etmiş, istişare etmiş, kim bilir belki de simsiyah gözleriyle göz göze gelmişler. Bizler o kadar şanslı değiliz belki ama “kardeşlerim” sözüyle müjdelenmişiz, elhamdülillah.
O sadece bir peygamber değildi, rahmetti. İnsanlık için en güzel örnekti (üsve-i hasene). Ahlakı, Kur’an ahlakıydı.
Evet, bu ifade Hz. Aişe validemizin Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ahlakını tarif ettiği çok meşhur ve derin anlamlı bir hadistir. Hadis şu şekildedir:
“Onun ahlakı Kur’an’dı.” (Müslim, Müsâfirîn 139; Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/91)
Onun rahmet peygamberi olduğu ise yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır:
“Biz seni, âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Suresi, 107. Ayet)
Bu ayet, Resûlullah’ın sadece Müslümanlara değil, tüm âlemlere – yani insanlara, cinlere, canlılara ve hatta doğaya bir rahmet olarak gönderildiğini açıkça ortaya koymaktadır. O’nun varlığı, getirdiği mesaj, davranışları ve merhameti bütün yaratılmışlara şefkatle yaklaştığını göstermektedir.
Medine’ye gitmek, onun yaşadığı yeri, gördüğü şehri, dağı, mübarek ayaklarıyla bastığı toprakları görmek ve İslam devletinin kurulduğu kutlu şehri görmek, küçücük kalbimizin coşmasına sebep olmaz mı? Ve en önemlisi, onu ziyarete gidebilmek…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), umre ve hac maksadıyla Medine’yi ziyaret eden müminler hakkında şöyle buyurmuş:
“Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibi olur.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 6/51; Dârakutnî, 2/278)
“O’nu ziyaret etme arzumuzun yanı sıra, ona olan sevgimizi ve bağlılığımızı en güzel şekilde ifade etme yollarından biri de salavat getirmektir.”
Salavatın önemini hem ayetlerde hem de hadislerde açıkça görebiliyoruz.
Allah Teâlâ, Ahzâb Suresi 56. ayette şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
Bu ayet, Allah Teâlâ ve meleklerinin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) salat ettiğini bildirmekte ve müminlere de ona salat ve selam göndermelerini emretmektedir.
“Kıyamet gününde bana insanların en yakını, bana en çok salavat getirendir.” (Tirmizî, Vitir 21)
Bizi, O’nun şefaatine mazhar olan kullarından eyle Allah’ım.
Kıyamet gününde herkesin birbirinden kaçtığı o dehşetli anda, bizleri O’nun gölgesine sığınanlardan eyle.
O’nun “ümmetim, ümmetim” diye seslendiği kullar arasına bizleri de kat.
“Allahümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedîn Ve Alâ Âli Seyyidinâ Muhammed”
Allah’ım! Sen Peygamber Efendimize ve onun soyundan gelenlere salât eyle, katındaki şereflerini yücelt!