14 C
Bursa
28 Nisan 2024 Pazar
spot_img
Ana SayfaÇocukBana Cenneti Anlatır mısın? - İnciden Çadırlar

Bana Cenneti Anlatır mısın? – İnciden Çadırlar

– Babaanne ne yapıyorsun?

– “Manevi Bahar Mevsimi Ramazan” adlı kitabı okuyorum.

– Ramazan ayına girdik diye mi?

– Evet!

– Bir an önce bu kitabı okuyup bitirmek istiyorum çünkü bu kitapta Ramazan ayının incelikleriyle ilgili kıymetli bilgiler var. Bunları öğrenip bu mübarek ayı güzel geçirmek istiyorum. Sevgili Peygamberimiz aleyhisselam’ın Ramazan ayıyla ilgili bildirimlerinden bazıları bu kitapta açıklanmış. İyice öğrenip belleyelim de çok sevap kazanalım. Hem cennet-i âlâ’yı çok merak ediyordun. Müminler yurdu cennetin nasıl bir yer olduğunu Peygamberimiz Aleyhisselam bildirmiş.

– Müminler yurdu cennet” ne demek? Müminler kim?

– Müminler Allah’a ve Onun kitaplarına, peygamberlerine iman edip Allah’ın ve Peygamberinin sözlerini tutanlardır. Cennete onlar gireceği için cennete müminler yurdu denilir.

– Anladım babaanne. Haydi oku, bir an önce dinlemek istiyorum.

– Peki.

– Bu okuyacağım bölümde uzunca bir hadis-i şerif açıklanıyor. Peygamberimiz Aleyhisselam’ın sözlerine hadis-i şerif deniliyor.

– Hı hı!..

– Kitap Rahmetullahi Aleyh Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendinin sohbetlerinden oluşturulmuş. Okuyacağım kısım da Ramazan ayı orucunu tutanlara cennette verilen mükafatlarla ilgili.

– Başlıyorum.

[Sevgili Peygamberimiz şöyle söylüyormuş: “Cennet, bir senenin başından öteki sene başına kadar Ramazan ayı için süslenir.

Kendisine ziynetler takar, cennet süslenir, tezeyyün eder ziynetlenir. Zaten güzel olan cennet takar takıştırır, kendisini güzelleştirir, cazipleştirir. Ziynetlerle kendisini bezer.”
Ziynet süs eşyası demek.

“Fe izâ kâne evvelü yevmin min Ramazane hebbet rîhün min tehti’l-arşi; Ramazan’ın birinci günü olunca Arş-ı Azam’ın aşağısından bir rüzgar eser.

Bir güzel, hoş, latif bir rüzgar eser.

Fe-saffekat varaka’l-cenneti; bu rüzgar cennetin ağaçlarının yapraklarını sarsar, sallandırır.

Fe-tenzuru’lhûru’l-iynü ilâ zalike; o rüzgar esince o güzel gözlü cennet hurileri buna bakarlar.

Cennet ağaçlarının yapraklarının sallanmasından dinleyenlerin hiç duymadığı güzellikte, çok güzel sesler, insanların o zamana kadar hiç duymadıkları güzellikte hoş nağmeler çıkıyor. O zaman da tabi cennet hurileri bir değişiklik olduğu için, ‘Ne oluyor?’ diye bakıyorlar.”

– Babaanne?..

– Efendim!

– Cennette esen rüzgar, ağaçların yapraklarını sallandırıyormuş ya! Ağaçlardan da hoş bir şey çıkıyormuş?

– Nağme!..

– Hah işte, nağme nedir?

– Nağme müzik gibi bir şey.

– Ağaçların dalları şarkı mı söylüyor?

– Benim akıllı kuzum, evet. Rüzgar dalları sallandırdıkça öyle güzel bir ses çıkacakmış ki, şimdiye kadar böyle güzel bir ses duymamışlar. Rabbimiz cennet için şöyle buyuruyor; “Ben salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklından geçmeyen şeyler hazırladım.” (Buhari, Tefsiru sureti’s-Secdeti, 32/1; İbn Hacer, 8/516)

Yani cennetteki güzellikler hiçbir insanın hatırına hayaline gelmez.

– Hımm düşünsem de bulamam yani. O ağaçlardan çıkan ses nasıl bir şey acaba?

– Okumaya devam edeyim mi?

– Evet!

“Fe tenzuru’l-hûru’l-iynü ila zalike; Huri kızları bu yaprakların sallanışına bakarlar.
Fe-yekulne; ve şöyle derler:

Ya Rabbi! Ey Rabbimiz, ey Mevlamız, ey alemlerin Rabbi!

İc’al lenâ min ibâdike fî hâzeş-şehri ezvâcen; Bu Ramazan ayında kullarından bize eşler bahşeyle! Kocalar, eşler ihsan eyle!

Takarru a’yününâ bihim; Bizim gözlerimiz onlarla şenlensin.

Ve takarru a’yünühüm binâ; Ve onların gözleri de bizimle şenlensin.

Huri kızları Allahü Teala Hazretlerine; ‘Bizi müminlerle evlendir. Onlar bizimle mutlu, bahtiyar olsunlar, gözleri gönülleri şenlensin. Bizim de onlarla gözümüz gönlümüz şenlensin diye dua ediyorlar, kendileri istiyorlar.

Kâle: fe-mâ min abdin yesûmü yevmen min Ramazâne illâ züvvice zevceten mine’l-hûru’l-iyni; Ramazan’da hiçbir Müslüman kul yok ki bir gün oruç tutsun da hûri kızlarından bir tanesi ile evlendirilmiş olmasın!

Her oruç tuttuğu gün için bir hûri kızıyla evlendirilir veya cennete girdiği zaman her bir Ramazan günü orucu için bir tanesiyle evlendirilecek.

Fî-haymetin min dürretin; Bir düğün çadırında ki inciden yapılmış.

İnciden inşa edilmiş bir çadırda evlendirilir.”

– Huri kızları cennet kızları mı oluyor?

– Evet cennet kızları. Kitap huri kızlarını anlatmaya şöyle devam ediyor:

“Mimmâ ne’ate’llâhu azze ve celle.

Kur’an-i Kerim’de Rahman suresinde Allah-u Teala Hazretlerinin ayet-i kerimesinde bildirdiği gibi; Hûrun maksûratun fi’l-hıyâm; gözleri çekik güzel gözlü hûriler haymeler, çadırlar içinde…

Hıyâm, hayme kelimesinin çoğulu; çadır demek ama Araplar’ın düğün için çadırları başka olur, müstesna güzellikte olur, özel olur. Mesela padişahın sefere çıktığı zaman kaldığı yer de bir çadırdır ama o çadıra otağ derler. Padişah daha gerideyken, seferdeyken otağcılar padişahın gideceği yere hızlı hızlı önceden varırlar, padişahın kalacağı yere otağ-ı hümâyunu kurarlar. Muazzam, yüksek, atlasla yapılmış, çok güzel, çok süslü bir çadır.

Arabistan’da düğün çadırları da çok müstesna ve çok güzel olurdu. Hatta bir hadis i kutsî var, Allahü Teala Hazretleri şöyle buyuruyor: ‘Evliyâi tahte kıbâbî.

Lâ ya’rüfüm ğayrî.

Evliyâî tahte kıbâbî; Benim evliyâm, benim velî kullarım, mübarek kullarım benim kıbâbîmin altındadır. Kıbâb kubbenin çoğuludur. Arabistan’da kubbe ne arasın, bedevîler kubbe yapmazlar ki! Taş yontmakla filan uğraşacak halleri yok, bedevî…”

– Bedevî ne demek babaanne?

– Arapların köylülerine bedevî denir.

– Okumaya devam ediyorum.

– Peki!

“Arabistan’ın özelliğinden dolayı kubbe-çoğulu kıbâb- ne oluyor? Bir çeşit çadır. Yoksa bizim anladığımız gibi Süleymaniye camiinin kurşunlu kubbesi gibi kubbe değil.

Çadır ama ne çadırı, özelliği ne?

Gelin çadırı! Kubbe dediler mi, gelin için hazırlanmış özel otağ, özel çadır demek. Belki de sonradan medeniyet, imkanlar ilerleyince, taştan yaptıkları yapıların üstünü yuvarlak halde örttükleri zaman, o çadırlara benzettikleri için onlara kubbe demişler. O kubbe kelimesinin orada kullanılması belki ondan dolayıdır; Allahü a’lem. Ama Arabistan’da öyle Süleymaniye kubbesi gibi taştan kubbe yok ve İslam sanatları tarihinde mimarîde kubbenin çıkışı daha sonra, ileri zamanlarda. Kullanışın nasıl olduğuna bakıyoruz; Yemen’deki mimarîye bakıyoruz, kubbe daha sonraları kullanılmış.

Kıbâb; gelin çadırı, otağ demek.

Benim evliyâm, gelinler güveyler gibi gelin çadırının içindedir, buyuruyor Allah.”

– Babaanne bölüyorum ama, ‘evliya’ ne demek?

– Evliya sevilen dosta denir. Allah sevdiği kullarına ‘evliyâm’ der.

– Anladım, devam edebilirsin!

(Allah-ü Teala şöyle buyuruyormuş;)”Lâ ya’rifühüm ğayrî; benim velilerim (yani evliyâm) öyle çadırlardadır, herkes bilmez, benden gayrısı bilmez. Hani gelin çadırı olunca orası özel bir çadır oluyor, herkes göremiyor, herkes giremiyor. Hûrun maksûrâtun fi’l-hıyâm ayet-i kerimesinde söylendiği üzere, Ramazan’da oruç tutan kimseye her tuttuğu gün için bir çadırda bir eş verilecektir. İnciden yapılmış çadır ama sıradan bir çadır değil, cennet çadırı, süslü otağ diyelim. Cennet otağında, padişahın otağ-ı hümâyunu gibi otağda bir hûri verilecek. Nitekim Kur’an-i Kerîm’de de, Rahman suresinde de bu bildiriliyor.
Hûrun maksûrâtun fi’l-hıyâm. (Rahman, 72-73)

Gözleri çekik, güzel gözlü hûriler haymeler, çadırlar içinde.

Fe-bi-eyyi âlâi rabbikümâtükezzibân diye bildiriliyor.

Efendimiz şimdi bu huri kızlarının giyimlerini anlatıyor: ‘Alâ külli’mraetin minhünne seb’ûne hulleten leyse minhâ hulletün alâ levni uhrâ; Bu hurilerden her bir hatunun yetmiş kat elbisesi, hullesi var. Hulle elbise demek.

İdris Nebî hulle biçer,
Sübhanallah deyü deyü.
Şol cennetin ırmakları,
Akar Allah deyü deyü.

ilahisinde de böyle geçiyor. Hulle, elbise demek. Çoğulu hulel geliyor, hulleler. Mübarek hûri kızının, cennet hatununun üzerinde yetmiş tane hulle var. Hiçbir elbisenin rengi ötekisinin rengiyle aynı değil. Her birisi ayrı bir hoş renkte, üzerinde yetmiş çeşit elbise. Her birisi artık ne türlü ışık saçıyor, ne türlü parlıyor, ne hoş görünüyorsa…

Ve yu’ta seb’îne levnen mine’t-tîbi; Ve bu hûrilere yetmiş tür hoş koku ihsan olunmuş. (yani verilmiş.)

Leyse minhü levnün alâ rîhı’l-âhari.

Hiçbir koku ötekisinin aynısı değil. Yetmiş ayrı çeşit, türlü türlü hoş kokulu, türlü türlü renkli hoş elbiseli…

Li-külli’m-raetin minhünne seb’ûne elfe vasîfetin li-hâcetihâ; Her bir cennet hatunu kadın için etrafında yetmiş bin hizmetçi var. Vasîfe, kadın hizmetçi demek. Her bir hatunun yetmiş bin kadın hizmetçisi var. Pervane gibi dönüyorlar, ne istiyorsa getiriyorlar götürüyorlar, meşrubat mı, meyve mi neyse; ihtiyacı için elini kıpırdatsa, kaşını kaldırsa gözüyle baksa hemen hizmete koşuyorlar.

Onlar burada yok da; artık o kadar hizmetçi ne yapar?

Tabii hizmet etmek için koşturur.

Ve seb’ûne elfe vasîfin; Ayrıca yetmiş bin erkek hizmetçi var.

Me’a külli vasîfin safhatün min zehebin; Her bir erkek hizmetçinin elinde altından bir sini var.

Fîhâ levnü ta’âmin; Bu tepsinin içinde çeşit çeşit cennet taamları var.

Sübhânallah! İnsan cennete girdikten sonra tatlı bir yemek olduktan sonra, cennet taamı (yani yemeği) olduktan sonra bir tanesine iki tanesine bile razı olur ama türlü türlü yiyecekler var.

Yecidü li-âhiri lukmetin minhâ lezzeten lem yecidhü li-evvelihî; En son yediği lokmada ilkinde duymadığı kadar yine lezzeti duyar.

Bıkmak yok. Yiyince, artık istemiyorum, kalsın, bundan sonra baklava börek olsa yemem demek yok. Arnavut; bundan sonra sonra pırasa olsa yemem demiş. Pırasayı çok seviyor demek ki!

Bıkkınlık yok. Cennetlik mübarek o kadar çeşitli yemeği yiyor, bıkkınlık gelmiyor. Hepsinde ayrı lezzet alıyor. Mesela annesi çocuğa, aç ağzını yavrum diyor. Çocuk istemiyor. ‘Haydi yavrum!’ Kovalıyor, çocuk da kaçıyor. Annesi elinde tabak, kaşık, yemek; ‘Haydi bakalım, aç ağzını, havada kuş uçuyor, bak bakalım, aç bakalım.’ diye kandırıyor, bir tane daha zorluyor, ondan sonra çocuk istemiyor, kusacağı geliyor.

Annesi; ‘Yut yut, sakın çıkarma!’ diyor.

Bu çocukcağızı niye bu kadar zorluyorsun, acıkınca zaten yer. Mutfağı kilitlesen, çocuk acıktı mı bak nasıl yer! Çatır çatır kapının kenarını kemirir… Yedireceğim diye peşinden koşturuyor. Cennette öyle şey yok, bıkmak yok. Yiyor, hepsinden de lezzet duyuyor.

Li-külli’m-raetin minhünne seb’ûne serîran; Bu her bir cennet hatununun yetmiş tane sediri var. Serir, sedir demek. Bizim oturduklarımız gibi değil. Bunlar dünya sedirleri! Cennet sedirleri; kimbilir ne kadar hoş döşenmiş, ne kadar rahat, ne kadar yumuşak.

Serîran min yâkûtetin hamrâe alâ külli serîrin seb’ûne firâşen; Mücevheratla süslü kırmızı yakuttan her bir sedirin üstünde yetmiş tane döşek var.

Batâinühâ min istebrak; örtüleri atlastan.

İstebrak, kalın bir çeşit ipek kumaş demek. İstebrak nasıl oluyor, kalınlığı nasıl oluyor, ince mi kalın mı? Müzelere gidip bakmak lazım.

Fevka külli firâşin seb’ûne erîketen; Her bir örtünün üstünde de yetmiş tane yastık var. Yastıklar, kat kat döşekler, atlaslar, ipekler içinde… Oruç tutanların mükâfatlarını anlamak için hayalimizi ne kadar çalıştırabilirsek çalıştıralım!

Bu hatunlara bunlar verilir de oruç tutan adam ne yapacak?

Ve yu’tâ zevcühâ misle zâlike; ona da aynısı verilir.

Alâ serîrin min yâkûtin ahmere müveşşehan bi’d-dürri aleyhi sivârâni min zehebin; ki bu erkeklere verilen kırmızı yakuttan yapılmış, inci ile süslenmiş bu yatakların, döşeklerin üzerinde altın iki bilezik vardır.

Müveşşahan bi’d-dürri; inciyle süslenmiş bu serirlerin iki tane altın halkası vardır.

Hâzâ bi külli yevmin sâmehû min Ramazâne; bu her gün Ramazan’dan tuttuğu bir gün içindir.

Sivâ mâ amile mine’l-hasenâti; Ramazan’da işlediği öteki sevaplı işlerin mükâfatları hariç. Bu, Ramazan’da tuttuğu orucun mükâfatıdır.

Allahü Teâlâ Hazretleri cenneti öyle güzel yaratmış ki Peygamber Efendimiz cenneti anlatırken kısaca şöyle buyuruyor: ‘Mâ lâ aynün raet; gözlerin görmediği. Dünyada misli yok ki hiç görülmemiş.

Ve lâ üzünün semi’at; kulakların işitmediği. Duyulmamış, görülmemiş.

Ve lâ hatara alâ kalbî; hiç kimsenin hayaline gelmeyen… Hayallerinin bile üstünde, tahayyül edilemeyecek kadar güzel! Onun için ben bu vasıfları hiç küçümsemiyorum. Dünya kelâmıyla dünyadaki insanlara bildiklerinden anlatırken insan da ancak böyle anlatır. Başka nasıl anlatılsın, bu kadar anlatılır.

Şunu anlayalım ki Ramazan çok güzel, Ramazan’da oruç tutmak çok güzel, Ramazan’ı ihya etmek çok güzel, Ramazan’da ibadet yapmak çok güzel, mükâfatları çok. Mükâfatların neler olduğunu Cenâb-ı Hak biliyor. Peygamber Efendimiz de; ‘Anlat ya Resulallah!’ deyince kıyısından köşesinden biraz tasvir edivermiş ama anlatmak gözle görmek gibi olmaz. Çok beğendiğiniz bir şeyi, görmeyen bir kimseye anlatacağınız zaman nasıl anlatırsınız?
Çok güzel, tarif edemem, bayıldık dersiniz.

Allahü Teala Hazretleri kulluğu güzel yapmaya cümlemizi muvaffak eylesin. Bu güzel, mübarek, şerefli, feyizli ayın maddi manevi güzelliklerini sezip tadıp onlardan kısmetini, hissesini eksiksiz almayı nasip eylesin. Cümlemizi cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin.”]

– Amin babaannecim. Cennet ne kadar güzelmiş, çok hoşuma gitti.


Not: Okunan eserde açıklanan hadisin kaynağı:

Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, 5/239-241 (3361); bk. İbn Huzeyme, Sahih, 3/190 (1886); Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 22/388 (967).

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa yorumladı Karınca Kararınca
ummugulsumsolmaz6565@gmail.com yorumladı İnsan ve Mana
Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı İnsan ve Mana
Süheyla Durna yorumladı İnsan ve Mana
Rukiye yorumladı İnsan ve Mana