Dünya gözümüzle gördüğümüz gibi mi, bize kalan bu mu? Merhamet, insanlık, tüm değerler alınmış; geriye savaş, zulüm, çıkar ilişkisine dayalı sömüren bir güç ve korku salarak elimizde ve gönlümüzde var olanı almak için çabalayan bir düzen mi kalacak? Yoksa bizlerin hemen teslim etmesiyle yok olmaya mahkûm bir dünya mı olacak?
Birbirimizi insan olarak tanımıyor muyuz? Üç kuruş çıkar için mi varız bu dünyada? İnsanlığımızı yok etmek ve satmak için mi geldik acaba? Birbirimizi tanımak ve tanışmak adına, kalbimizde birazcık da olsa merhamet ve saygı adına hiçbir şey mi kalmadı? Dünya, savaşlarla insanları acımadan öldüren zalimlerin etkisi altında. İnsanlık sesini çıkarmak adına birkaç protestodan başka bir şey yapamıyor mu? Bu kadar mı az kaldık?
Her gelen, güzel vaatlerle gelirken, içimizde derin ve onarılmaz yaralar açmaya çalıştığını gördüğümüz halde buna çare olacak şeyi neden bulamıyoruz? İslam varken? İman ve merhamet varken? “İnsana koş, onun derdine derman ol” diyen Rabbimiz varken ve biz O’na iman ederken? Kendimize Müslüman diyorken, hala Müslümanlığın bu olmadığını bilmediğimizden olsa gerek, neden gerçeği göremiyor ve bir araya gelemiyoruz acaba?
Yüzyıllardır bizi vaatlerle kandırarak, insanları refaha ve mutluluğa kavuşturmayı vaat eden birçok fikir, bizlerin bağrında onulmaz yaralar açmışken, sömürü sistemleri neden hala devam etmekte ve bizler buna nasıl izin veriyoruz acaba? Cevabı varken neden? Neden insanlar kendi çıkarlarını önceleyerek diğer insanları yok sayıyor ve yıkımı vaat eden bir sistemi, sonu felaket olan bir mecraya çekiyor? İnsanlara özgürlüğünü yalan ideolojilerle kutsallaştıranlar, batının peşinde kendi saltanatı için insanı yok sayan, şeref ve insanlıktan yoksun olanlar, biz iman edenleri dünyadan elini çekerek kendileriyle birlikte olmamız için çabalarken, bizler gibi olabilir miyiz? Hayır. Bizler, insanlığın problemleriyle uğraşmadan, insanların problemlerini başka bir zamana bırakamayız. Bizler iman edenleriz.
Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, Îmân, 93)
Bizler Müslüman ve Yüce İslam’a, Nur Kur’an’a inanan ve Rabbine iman edenler olarak nasıl ilaç olmayalım acaba? O zalimler ki, çare yerine zulüm getiren Batı, hangi derde sıkıntıya çare bulmuş ve insanlara sunmuşlar ki onlarla birlikte olalım?
Siyonistlerin ve Batı’nın bize acımasızca sunduğu ve bununla yaşamaya mahkûm etmeye çalıştığı iktisadi sistemin yol açtığı zulüm, bugün dünyamızda ve gözümüzün önünde, özellikle Filistin’de acımasızca sürerken, bu artan vicdansızlıklarını izlemekteyiz. Siyonist ve Batı sömürgeciliğinin vicdansız uygulamaları, insanı yok saymış ve daha fazla kâr elde etme uğruna sömürmeyi seçerek rahat bir hayatı yok etmeyi, insanlığın büyük bir kısmını sefalet ve yoksulluğa sürüklemeyi hedeflemiştir. Bizler ise hala bu zulme seyirci kalmaktayız. Müslümanlar yok edilmeye çalışıldığında, üç maymunu oynayan Siyonist ve Batı ile onların uşakları, gözümüzün içine baka baka, edepsizce ve sürekli biz insanlığı tüketmek için üç kuruş parasıyla bizi satın almaya çalışmaktadırlar. Bunu gördüğümüz halde buna hala nasıl izin verdiğimizi anlamıyorum.
Ne kadar çok soru var hayatımızda ve cevabı sadece İslam’da var iken, hala cevapsız olan bu zulme seyirci kalmaktayız. Farkında mıyız acaba? Hâlâ sömürü düzenleriyle, Batı ve Siyonist İsrail tarafından insanlar sürekli borçlu hale getiriliyor. İnsanlar, borç batağına çekilmek için cazip olmayan ve zulüm olan faizle yatırıma yönlendiriliyor. Sistematik bir çalışmayla, kandırma ve aldatma yoluyla, hatta alaycı bir şekilde gülerek birçok insanımız bu duruma maruz kalmış. Bu sistemin içinde kalan insanlar için maalesef bir çıkış yolu bulmak zor. Birçok kurtuluş yolu varmış gibi sunulsa da, bu yanıltmaların neticesinde ne yazık ki insanlar çıkış yolu bulamayacak derecede güçsüz hale getirilmiş. Bizler, zavallı ve acınacak halde kalarak bu zulme maalesef seyirci kalmışız. Buna ben de dâhilim. Elimden gelen birkaç sözle derdimizi anlatmak ve derman aramak için yola çıkacak o gün için hazır mıyız? Bu soruya cevap aramaya çalışıyorum.
Her şeye rağmen İslam hâlâ bu durumumuza çare iken, ondan uzak kalmamız ayrı bir ıstıraptır. Süregelen ayrılığımıza neden olan gereksiz tartışmalar, eksikliklerimizin İslam’la birlikteliğimizle telafi edilmesi gerektiğini ortaya koymasına rağmen, hâlâ bundan uzağız. Çoğu zaman da Batı ve Siyonistler tamamıyla farklı bir yakınlaşma ile sonu aynı felaket olan, düzen teklifini gündeme getirmiş ve gördüğümüz gibi bizi yine kandırmış ve maalesef kandırmaya hala devam etmektedir. Müslümanlar olarak bizlerin ve düşünürlerin tecrübeleriyle İslam’la yoğrulup, insanlığın yararına olacak bir yapıya kavuşarak ve İslam’ı hayatımıza entegre ederek, bu arayışla ancak bu kadar çok zulme son verebiliriz. Bu kaosa, acıya ve zulme son verecek olanı ifade etmek ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
Kendimizi özgür sanırken aslında Filistin’deki kardeşlerimiz bizden özgür. Onlar, bu kadar zulme ve baskıya rağmen hala direniyorlar. Biz ise kalbi pas içinde, eli, kolu, ayakları, gözleri bağlı, kulaklarımızdaki tıkaçlarla yaşıyoruz. Bu halde onlara nasıl yardım ederiz ve özgürüz diyebiliriz ki, Rabbimize teslim olmadan Filistinli kardeşlerimiz gibi?
Bizler, zalimler ve Siyonist İsrail için birer sorun ve tehdidiz saltanatlarının yıkılması için, sömürü düzenlerinin yok olması için. Bu nedenle İslam’a ve biz Müslümanlara düşmanlar ve tabi ki insanlığa da… Kısaca her şeyin özeti budur ve bu İslam dini, imanı olmayanları şaşırtıyor ve şaşırtmaya da devam edecektir… Dünya, İslam’la ayağa kalktıkça Filistinli kardeşlerimiz için zalimlerin saltanatı yıkılacak ve şaşkınlık içinde kalacaklar, Rabbimizin izniyle. Zalimler “bu imkânsız” dese de, imkânsız olanı yaratan Rabbimiz var, çok şükür. O, bu âlemi ve bizleri yaratan mutlak güç ve kudret sahibidir.
Vesselam.