8.2 C
Bursa
14 Aralık 2024 Cumartesi
spot_img
Ana SayfaFıkıhİslam Fıkhının Kaideleri - 3

İslam Fıkhının Kaideleri – 3

Değerli okuyucularım,

Aylık yazımızda konuyla ilgili olarak İslam fıkhın diğer kaidelerini silsile halinde örnekleriyle beraber açıklamaya devam edilecektir. Günlük hayatımızda bireysel ve sosyal bağlamında bizlere yön verecek, karşılaştığımız çeşitli sorunların çözülmesinde yardımcı olacak, ayrıca yargı ve fetva alanında da rehberlik edecek olan fıkhî kaideler önem arz etmektedir. Kaidelerin seçilen kısmı devamla şöyledir:

  1. Âdetin Delaletiyle Hakikî Mana Terk Olunur

Bir cümleden anlaşılan hakikî mana, bazen âdetin delale­tiyle terkedilip hükme bağlanmaz. Örneğin,

  1. İnsanların hakiki manasını terk edip mecazi manasıyla kullanmaya başladıkları kelimelerin mecazi manaları esastır. Mesela kelime olarak “dâbbe” kelimesi ayağı olup yere basan her hayvanı kapsarken halk dilinde sadece dört ayaklı hayvanlar için kullanılmıştır.
  2. Bir kimse et yemeyeceğine dair yemin ederse, zaruret ha­linde domuz veya insan eti yiyecek olursa yeminini bozmuş sayılmaz; çünkü âdet ve teamüle göre bunlar yenilen et guru­buna girmemektedir Âdet yönüyle bu ikisi de yenilmez.
  3. Bir kimse, “Vallahi falan adamın eşiğine ayak basmayacağım” derse ve eşiğe ayak basmadan içeri girerse yine de ye­minini bozmuş olur. Çünkü her ne kadar hakikî mana “Eşiğe ayak basmaksa da” örf ve âdete göre bununla o adamın evine girmeyeceği manası kastedilmiş oluyor.
  1. Adet Devam Edegelen ya da Galip Olduğunda Muteber Sayılır

Demek ki, her âdet muteber sayılmaz; ancak devam edegelen, süreklilik arz eden, ya da galip durumda olan âdetler dikkate alınır. Değişken olduğunda dikkate alınmaz. Örneğin,

  1. Alım-satımda altın lira üzerine pazarlık yapılırsa o bel­dede devam edegelen yahut ekseri kullanılan altın lira hangisi ise ona itibar edilir.
  2. Bir pazarda iki kişi alım-satım yaparken peşin veresi­ye diye bir şey beyân edilmezse, o beldede o mal hakkında uygulanan olan örf ve âdete göre muamele edilir.
  3. Tanesi 50 kuruştan bir miktar yumurta ısmarlanır ve yumurtanın gramajı belirtilmezse, o beldenin uygulanan yahut galip olan âdetine itibar edilir.
  1. Örf Olarak Bilinen Şey Şart Kılınmış Gibidir

Bir belde halkı arasında alışılagelen şey “Örf olarak bilinen” olduğundan şart kılınmış gibi hükme medar olur. Örneğin,

  1. Herhangi bir akitte geçen dinar, o beldenin örfüne göre hesaplanır.
  2. Kızını kocaya veren bir baba, onun için hazırlayıp ver­diği çeyizi, bilâhare emaneten verdiğini iddia edecek olursa, bu hususta beldenin örfüne göre hükmedilir. O belde kıza verilen çeyizi emanet olarak değil, mülk olarak veriyorsa, babanın bu husustaki iddiası reddedilir.
  3. Bahçe veya tarlasına tuttuğu işçiye, yemek de verilip verilmeyeceği, söz konusu edilmemişse de işçiler yemek de isteyecek olurlarsa, bu hususta da o beldenin bilinen örfüne göre hareket edilir.
  1. Örf ile Tayin, Nas ile Tayın Gibidir

Örneğin,

  1. Yemin kefaretinde miskinin doyurulması veya giydirilmesinin ölçütünün örfe göre belirlenmesi gibi.
  2. Hakkında nas bulunmayan bir şeyde örfe itibar edilir… Ölçü veya tartıya girdiği hakkında nas bulunmayan bir şey hakkında örfe göre muamele yapılır.
  3. Çarşıdaki esnafın çoğu, çarşıyı   korumak için ücretle bekçi tutacak olurlarsa, esnaftan bir kısmı buna muhalif kalsa bile, bekçi ücretini hepsi de istisnasız ödemek mec­buriyetindedir.
  4. Müşterek (Ortak) bir malın hisse-i şayiasının ortak-dan başkasına îcârı doğru değildir.
  1. Vücutta Bir Şeye Tâbi’ (Bağlı) Olan Hükümde de Ona Tabidir

Kaidenin Arapçadan doğrudan çevirisi “Tabi tabidir.” şeklindedir. Mecelle’de bu kaide açıklamasıyla birlikte tercüme edilmiştir. Aynı yapıda, tek bir bünyede olan şeylerin hükümlerinin de aynı olduğunu ifade eder

  1. Gebe bulunan bir hayvan satıldığında karnındaki yav­rusu da ona tabi’ olarak satılmış olur. Çünkü rahimdeki yav­ru vücutta anasına tâbidir; o halde satış hükmünde de ona tâ­bi olur.
  2. Bir arazi satıldığında, içinde bulunan ağaç ve su da ona tâbi olarak satılmış olur. Bunun gibi, rehin olarak verilen gebe bir hayvana veya ağaçlı bir araziye, doğan yavru ile mev­cut ağaçlar da dahildir, aynı hükme girer.
  1. Tabi’ (Bağlı) Olan Şeye Ayrıca Hüküm Verilemez

Bu kaide yukarıdaki kaideyi açıklar mahiyettedir. Tâbî olana ayrıca hüküm verilemez ve birinin ortadan kalkmasıyla diğerinin hükmü de ortadan kalkar.

Örneğin,

  1. Bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılmaz.
  2. Bir evin kapı ve penceresi takılı olduğu halde ayrıca satılmaz. Satılan ev ile birlikte onlar da satılmış kabul edilir. Ama yavru doğduktan, kapı ve pencere söküldükten sonra satı­labilir; artık yavrusu anasına, kapı pencere de eve tâbi’ değil­dir.
  1. Asıl Sakıt Olduğunda Fer’i de Sakıt Olur

Örneğin,

  1. Asıl borçlu bulunan kimse borcunu ödeyip kurtulunca onun kefili olan kimse de o borçtan kurtulmuş olur. Çünkü borçlu asıldır; kefil onun feridir. Asıl beri olunca feri de be­ri olur.
  2. Alacaklı alacağını tamamen alsa, yanında rehin bulu­nan şeyi elinde tutma hakkı kalkar. Çünkü rehin alacağa bağlı ve onun feri sayılır.
  1. Velayeti Hasse, Velayeti Ammeden Daha Kuvvetlidir

Bir vakfe mütevelli olan şahsın velayeti, hâkimin velayetin­den daha kuvvetlidir yani önceliklidir; çünkü mütevellinin velayeti hususîdir, hâkimin ise umumîdir. Bu itibarla;

  1. Hâkim, velisi bulunan yetimi evlendiremez. Ancak o ye­timin velisi olmadığı zaman velâyet-i amme yetkisiyle evlendirebilir.
  2. Maktulün velisi kısas talep eder; dilerse sulha gidip affedebilir. Fakat idareci affetmeye yetkili değildir. Çün­kü idarecinin velayeti, velâyet-i ammedir, velisinin ise hassedir.
  1. Yazı ile Açıklama, Sözle Açıklama Gibidir

Örneğin,

  1. Borçlu, alacaklının kendi el yazısıyla “falan kimsede bulunan şu kadar alacağımı aldım”. Veya “borçlu adı geçen borcunu tamamen kapatmıştır”, yazılı olduğunu iddia eder ve yazılı kâğıdı çıkarıp ispat ederse, iddiası kabul edilir. Çünkü yazı ile açıklama sözle açıklama gibidir.
  2. Bir kimse ölmeden önce hazırladığı vasiyetnamesine “falan adama şu kadar borcum var” diye yazarsa bu, sözle açıklama ye­rine geçeceğinden muteber sayılır.
  1. Dilsizin Bilinen İşareti, Dil ile Açıklama Gibidir

Konuşma melekesi yerinde olan veya bir an için dili tutu­lan kimsenin işaretine itibar edilmez. Ancak dilsizin işaretle yaptığı izah diliyle belirttiği şey beyan gibidir. Alım-satımda, kira verme ve hibede, rehin ve nikâhta, talâk ve ibrada, ikrar ve kısasta muteberdir. Bu hususlarda yazı yazma kudreti de olsa yine işaretine itibar edilir.

  1. Tercümanın Sözü Her Hususta Kabul Olunur

Tercüman, bir dili başka bir dile çeviren kimseye denilir. Mütercimin ibaresi, sahibinin ibaresi gibidir. İmam Ebû Hanife ve İmâm Ebû Yusuf’a göre mütercimin bir kişi olması da ye­terlidir.

  1. Hatası Zahir Olan Zanna İtibar Edilmez

Bir şeyin vukuu zannedilir; sonra da öyle olmadığı tespit edilirse, o zanna itibar edilmez. Örneğin,

  1. (A), (B) ye borçlu ol­duğunu zannederek bir miktar para ona verdikten sonra borçlu olmadığı anlaşılırsa, zanna itibar edilmeyeceğinden verdiği parayı geri alır.
  2. Kendisine ait olduğunu zannederek bir koyun kesip yer veya satar, sonra başkasına ait olduğu anlaşılırsa onu ödemesi gerekir.
  1. Burhan ile Sabit Olan Şey Aynen (Aslen) Sabit Gibidir

Kesinlik ifade eden önceliklerden meydana gelen ve­ya beyyine-i âdile ile sabit olan şeye «burhan» denilir. Buna kuvvetli ve kesin delil de denilebilir.

Burhan ile sabit olan şey, ilm-i istidlalidir; gerçeğe dayan­makta ilm-î zaruriye benzer. Bu itibarla burhan ile sabit olan şey, muayene ve müşahede ile sabit olan şey gibi kesinlik ifade eder. Örneğin,

Davalı olan birisi hâkim huzurunda aleyhinde iddia edilen davayı ikrar edecek olursa, hâkim delil araştırmadan dava­yı hükme bağlar. Çünkü kişinin kendi aleyhindeki iddiayı ik­rar etmesi, muayene ve müşahede derecesinde sayılır.

  1. Beyyine (İspatlama) İddia Edene, Yemin ise İnkâr Eden Üzerinedir

Hazret-i Peygamber (s.a.v.): “Beyyine iddia eden üzerine yemin, inkâr da eden üzerine düşer” diye buyurmuştur. Hukukta bu hadîs esas olarak kabul edilmektedir. Çünkü Beyyine zahirinin aksini ispat için, yemin ise aslını baki kılmak içindir. Beyyine, iddia edilenin doğruluğunu, gizli ve kapalı olan şeyin ispatını meydana koyacak kuvvetli delil demektir. Şahitlik, ikrar, sened gibi…

Örneğin,

(A), (B)’den alacak dâva eder, (B) borçlu olduğunu in­kâr ederse, burada borçlu olmamak asıldır ve açıktır. Borçlu olmak ise, sonradan oluşan gizli ve kapalı bir olaydır. O hale (A) dan beyyine talep edilir. (A) beyyine getirmezse (B)’ye yemin ge­rekir.

Hanefî Mezhebine göre beyyine getirmeyen davacıya yemin veril­mez. Şâfiî Mezhebine göre davacıya iki yerde yemin teklif edilir:

  1. Dâvasını ispata yalnız bir şâhit getirdiğinde…
  2. Davacı dâvasını ispat edemediğinde, davalı bundan imtina ederse, davalıya yemin tek­lif edilir.
  1. Kişi İkrar Ettiği Şeyle İlzam Edilir

İkrar, sözlükte: bir şeyi dil veya kalp ile yahut her ikisiyle ispat etmektir; inkârın zıddı olmuş olur. Istılahta ise: kendi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı haber vermektir. Bu bakımdan ikrar, kişiyi ikrar ettiği şeyle ilzam eder… Ancak, kişi kendi lehinde başkasının yapmış olduğu ikrarı reddederse artık o ikrarıyla ilzam edilmez. Örneğin,

  1. (A), (B) ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar eder, (B) de bunu reddetmezse, (A) üzerine 1000 lira borcu gerekli olur.
  2. (A) nın evinden çalınan bir malı, (B) “Ben çaldım” di­ye ikrar ederse, tazmin etmesi gerekli olur.
  1. Zarar Görme, Menfaat Karşılığına Göredir

Yâni bir şeyin menfaatine nail olan kimse, o şeyin zararına da katlanır.

Örneğin,

  1. Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat ortaklara ait olduğu gibi bu arabanın tamirine sarf edilen de yine onlara ait­tir.
  2. Müşterek bir mülkün hâsılat ve menfaati ortaklarının hisselerine göre olacağı gibi, onarım ve ıslahı için yapılan mas­raf da yine onların sayılır.
  1. Bir Fiilin Hükmü Failine İsnad edilir; Geçerli Bir Sebep Olmadıkça Âmirine İsnad Edilmez

Çünkü bir şeyi işlemeye dair verilen emir, zorlayıcı ve il­zam edici değildir. Çünkü âmirin verdiği emir, o işin yapılma­sını veya fiilin işlenmesini talepten ibarettir. Fiilin işlenmesi ise, memurun ihtiyar ve isteğiyle oluyor. O halde, geçerli bir sebep olmadıkça işlenen fiilin hükmü failine isnad edilir; âmi­rine değil… Ancak birkaç yerde müstesna, yâni o yerlerde hüküm âmi­re isnad edilir; memure değil. Şöyle ki,

  1. Amir Sultan (hükümdar) olursa,
  2. Amir; memurun efendisi, yâni memur köle olursa,
  3. Memur sabi (çocuk olursa).
  1. Hukuki Olarak Cevaz Verilen Tazmin Edilmez

Bir şeye hukuki açıdan cevaz verilmişse, o şey sebebiyle vuku bulacak bir zarar, o malın sahibine tazmin edil­mez. Örneğin,

Bir adama kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa tazmin edilmesi gerekmez. Çünkü şahsın ken­di mülkünde tasarruf hakkı bulunmaktadır.

  1. Hayvanın Kendiliğinden Yaptığı Cinayet ve Zararı Heder Sayılır

Sahibinin ihmal ve kastı olmaksızın bir hayvan bu­lunduğu mer’ada bir zarar yapacak olursa, o zarar hederdir; hayvanın sahibinden tazmin edilmez.

  1. Başkasının Mülkünde Tasarrufta bulunmak Caiz Değildir

Çünkü başkasının mülkünde izni olmadıkça tasarrufa kimsenin hakkı yoktur. Şahsi mülkiyet söz konusudur.

  1. Mubah olan Şeylerden Herkesin Yararlanması Caizdir

Örneğin,

Deniz, göl ve ırmaklardan herkesin yararlanması caiz görülmüştür. Çünkü hususi bir mülkiyete ait değildir.

  1. Alınması Yasak Olan Nesnenin Satılması ya da Verilmesi de Memnudur

Örneğin, Şarabın satın alınması, satılması ya da verilmesi, bir yerde saklanması da haramdır.

  1. Zahir Olan Sözlerin Tevil ve Tefsire İhtiyacı Yoktur

Açıktan söylenince ne kastedildiği anlaşılan sözdür. Mana açık olduğundan tevil ve tefsire ihtiyaç kalmaz. Söz olduğu gibi kabul edilir.

Sonuç

Aylık yazımızda seçtiğimiz 23 fıkhî kaide zikredilmiş, söz konusu kaidelerin açıklaması yapılarak daha kolay anlaşılabilmesi için günlük olayların çözümünde örnekler sunulmuştur.


İstifade Edilen Literatür/Fıkhı Kaideler:

  1. Sahîh-i Buhârî, Abdullah b. Abbas’tan rivayetle, hadis no: 4552.
  2. Mir’ât-ı Mecelle / Müfti Mes’ud Efendi. İstanbul, 1899.
  3. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye / İstanbul, 1914.
  4. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu / Ömer Nasuhî Bilmen. İstanbul, 1949.
  5. Reddü’l-Muhtar Alâ Dürri’l-Muhtar / Şeyh Muhammed Emin, 1886.
  6. Haşiyetü Nesemâti’l-Eshar Alâ Şerhi İfâdeti’l- Envâr / İbni Âbidîn. İstanbul, 1900.
  7. Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, / Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, İstanbul, ts.
  8. el-Minhâj fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, Riyâd Mansur el-Huleyfi, Riyad, 2020.
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Azmi Efe Özdemir yorumladı Şahsiyet Eğitiminde Fedakarlık Kavramı
Serhat ismail Çetin yorumladı Şahsiyet Eğitiminde Fedakarlık Kavramı
Hatice yorumladı Yalan Dünya