Hem Yahudilik’te hem Hristiyanlık’ta hem de İslam’da kötülüğün varlığı malumdur. Kur’an Allah’a rağmen kötülüğün varlığı ilkesini kabul eder. Bu ilkenin temelini de hakikatin baş düşmanı olarak iblisle/şeytanla müşahhaslaştırır. Kur’an ilkesel olarak imtihan için dünyaya gönderilmiş insanoğlunun bu düşmana karşı dikkatli olunmasını, onun iğvalarına direnmesini ve onun adımlarını takip etmemesini öğütler. Şeytanın kötülüğü emretmesi ve kötü fiilleriyle ilgili Kur’an’da birçok örnek bulmamız mümkündür. Yazının uzamaması için sadece örnek birkaç ayetle iktifa edilecektir:
Adem’e şöyle dedik: “Sen ve eşin birlikte cennete yerleşiniz, ikiniz de oradaki nimetlerden istediğinizi bol bol yiyiniz, ancak şu ağaca yaklaşmayınız, yoksa zalim/büyük hata yapanlardan olursunuz.” Bunun üzerine şeytan, onları bulundukları yerden kaydırıp çıkardı. Biz de, “Birbirinize düşman olarak oradan ininiz ve yeryüzünde belli bir zamana kadar ikamet edip yaşayacaksınız” dedik. Şeytan, size ancak kötüyü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (Bakara 2/35-36, 169).
Sana gelen iyilik, Allah’tandır. Başına gelen kötülük de nefsindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik. Şahit olarak Allah yeter. (Nisa 4/79).
Hiç olmazsa kendilerine böyle baskımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip/süslü gösterdi. (En’âm 6/43).
Andolsun sizi yarattık, sonra size biçim verdik ve sonra da meleklere, “Adem’e secde edin” dedik. İblis’in dışındakiler secde ettiler; o secde edenlerden olmadı. (A’raf 7/11).
Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyecekleri olan yeryüzü bitkileri, o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü ziynetini takınıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz, ona emrimiz gelir de, yeryüzünü sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte, iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz. Allah esenlik yurduna çağırıyor ve O, dileyeni doğru yola iletiyor. Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de daha fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara leke bulaşır ne de bir zillet. İşte onlar cennet ehlidirler. Onlar, orada süreli kalacaklardır. Kötülük kazananlara ise kötülüklerine denk ceza vardır. Fakat yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah’ın azabından kurtaracak kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürümüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada süreli kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat onlar kendilerine zulmederler. (Yunus 10/24-27, 44). (ayrıca bkz., İsra 17/53; Nur 24/21; Şuara 26/208-209; Fussilet /46).
O halde bu ayetler ışığında vurucu soru şu: Allah yaşamda haksızlığa, kötülüğe ve dolayısıyla adaletsizliğe neden izin veriyor? Dünya ölçeğinde baktığımızda kadınlar neden kötülüğe/haksızlığa/adaletsizliğe maruz kalıyor, insanlar ve özellikle çocuklar neden açlıktan ölüyor? Ezilenler neden savunmasız? Allah’ın haksızlığa karşı ilkesel duruşu ve adaleti nerede?
Belki üzerinde detaylı bir şekilde durulması gereken bir konu gibi gözükse de düzlemsel olarak bizim konuyu ayrıntılı olarak idrak edip izahata kavuşturmamız mümkün değil. Ancak konu üzerinde kısaca şöyle mülahazalar mümkündür:
İlk olarak kötülüğün varlığı Allah’ın varlığını inkâr etmez, aksine O’nun ilmini/bilgeliğini teyit eder. “Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir.” (Âl-i İmran, 3/29). Eğer kötülük olmasaydı, iyiliğin anlamını bilemezdik. Karanlığın ışığın değerini göstermesi gibi, adaletsizlik de adil olanın adaletini gösterir. Akıl, zorunlu olarak sınırları olduğunu kabul eder. Her şeyin hikmetini tam olarak bilemeyiz, tıpkı bir çocuğun telefonunun neden elinden alındığını anlamaması, bir doktorun hastasının yararı için acı bir ilaç vermesi gibi. Allah da daha büyük bir iyilik için yaratılmışlar için acı verici bir şey tasarlayabilir/yaratabilir. Biz yaratılanlar tarafından bakıldığında ertelenmiş gibi gözüken bir adaletin mantığını/ilkesel içeriğini tam olarak idrak edemeyebiliriz. Zaten olaylara tam vakıf olabilseydik Tanrı olmuş olurduk. Olayların tam olarak künhüne vakıf olamayabiliriz. Biz insanoğlu aceleci (İsra 17/11) ve her şeyin peşin ve hemen olmasını isteriz. Ancak ilahi adaletin bu dünyada gerçekleşmesi gerekli değildir, ancak her hakkın yerine getirileceği büyük bir mahkemenin (mahkeme-i kübra/ahiret) olması zorunludur ve mantıklıdır. Eğer bunu kabul etmezsek, ikileme/şaşkınlığa düşeriz: Zalimler neden yataklarında ölüyor, iyi insanlar neden acı çekiyor? Gibi…
İkinci olarak: Dini açıdan olaya bakarsak, Allah asla adaletsizlik yapmaz. “Ve senin Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet 41/46). Evrende olup biten her şey Allah’ın bilgisi, adaleti ve hikmetiyle gerçekleşir. “Allah, hak ve adaleti ayakta tutarak, kendinden başka tanrı olmadığını bildirdi; melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler. (Evet) O’ndan başka tanrı yoktur; O mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmran, 3/29). Ancak insanlar kendilerine zulmederler: “Allah insanlara zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler” (Yunus 10/44). Unutmayalım ki bu hayat bir sınavdır, ödül değil. “O, hanginizin daha güzel iş yaptığını sınamak için ölümü ve yaşamı yaratandır.” (Mülk 67/2). Bu nedenle açlıktan ölen bir çocuk cennete alınır ve büyük bir makama sahip olur. Bu dünyada cezalandırılmayan zalime gelince, o Allah’ın pençesindedir: “Ve sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma.” (İbrahim 14/42). Biz olayların tam olarak künhüne vakıf olamasak da ayrıca neyin bizim için hayır ve şer olduğunun tam olarak idrakine varamamış olsak da (Bakara, 2/216) sıkıntı bile iyidir. Çünkü biz Peygamberimizin (a.s.) şöyle buyurduğunun farkındayız: “Müminin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
Üçüncü olarak: Psiko-sosyal açıdan olaya baktığımızda yaşam alanının analizini şu şekilde yapabiliriz: Acı çekmek/zorluklar insanların içindeki iyiliği canlandırır. Acı verici durumlar insanların içindeki en iyi yönleri ortaya çıkarır: Sabır, merhamet, dayanışma gibi. Gazze olayları bunun bariz bir örneğidir. Kassam Tugaylarına ve Gazzelilere bakın, zorlukların, felaketlerin insanların asaletini ve dayanışmasını nasıl ortaya çıkardığını görün. Haksızlıklar/zulümler/Adaletsizlikler insanları harekete geçmeye ve değişmeye motive eder. Adaletsizlik olmasaydı, kalplerimiz harekete geçmez, yasalar oluşturulmaz ve merhamet gösterilmezdi. Adaletsizlik karşısında duyulan acı ve öfke duyguları iyi kontrol edilmelidir. Bu duygusal alan Allah ile bağlantılı değillerse eksiktirler. Ezilenler için duyulan öfke kalbin ölmediğinin, attığının/yaşamının bir işaretidir. Ancak bu öfke Allah’ın kendi vadedilen zamanında, adaleti yeniden tesis edeceği inancına dayanmalıdır.
Dördüncü olarak: hayallere dalmadan dünya gerçekleri açısından bir analize başvurulduğunda açıkça görülen tablo/durum şudur: İnsanlara kim zulmediyor, Allah değil? İnsanları/çocukları kim aç bırakıyor? Yine insanlar. Bombaları kim atıyor? İnsanlar. Kadınlara kim haksızlık ediyor? İnsanlar. Burada unutulmaması gereken ve üzerinde çokça düşünmemiz gereken nokta şudur: Sessizliğimiz, korkaklığımız, bencilliğimiz, birbirimize karşı adaletsizliğimiz, dünyadaki adaletsizliklerin/haksızlıkların ve dolayısıyla belaların çoğunun nedenidir. Allah insanlara özgürlük ve seçim hakkı vermiştir. Eğer iradelerini ellerinden alsaydı, ödül ya da cezayı hak etmezlerdi. Özgürlüğü istediğimiz kadar, sonuçlarını da kabul etmeliyiz. Bazıları kötülüğü seçecek ve bunun için sorumlu tutulacaktır. Dünya hikâyenin tamamı değildir. Değil mi ki, bir filmi sadece hüzünlü sahnesiyle değerlendirirsek ve filmi bundan ibaret sayarsak, filmdeki tüm hikâyeye haksızlık etmiş oluruz. Bilelim ki, hikâye henüz sona ermemiştir. Allah hiç kimseyi hesapsız bırakmaz, “Gökte ve yerde olan her şey, Allah’ındır. İçinizde olanı açıklasanız da gizleseniz de Allah, sizi onunla hesaba çeker. Allah hak eden kimseyi bağışlar, hak eden kimseye de azap eder. Allah, Her Şeye Güç Yetiren’dir.” (Bakara, 2/284). Ama kendi yolunda, kendi zamanlamasında ve kendi ilminde/bilgeliğinde.