Ev kelimesinin sözlük anlamı “barınak, çadır” olup, Anadolu’nun bazı yörelerinde “ev” anlamında dünek/tünek, tüne-mek (gecelemek) kelimeleri de kullanılmıştır. Arapça’da bâte “evlenmek, yuva kurmak” anlamını taşırken dâr ve mesken kelimeleri de “ev” mânasında kullanılmıştır. Sosyolojik anlamda ev ismi bir mimari yapıdan çok içinde insan, aile, hatta hayvan barındıran mekânı ifade eder. Eski Türkler’de ise ev denilince hemen daima çadır anlaşılır. Kur’ân’da, “Allah hayvanların derilerinden sizin için evler (büyût) yaptı” âyetinde (en-Nahl 16/80) deri çadırlar ev olarak nitelendirilmiştir. Ahd-i Atîk’in bazı yerlerinde de çadırın ev (yuva) anlamında kullanıldığı görülmektedir (https://islamansiklopedisi.org.tr/ev; I. Krallar, 8/66, 12/16; İşaya, 38/13).
Aile ise akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluk (https://islamansiklopedisi.org.tr/aile ) olarak ifade edilmiştir.
Kur’ân’da temas edildiği üzere insanlığın temeli, Âdem ve Havva birlikteliğiyle beraber yani aileyle atılmıştır. Dolayısıyla tarihi bir realite olarak, ilk toplumsal yapı ailedir. Aile kişinin ilk sosyal çevresi olduğundan dolayı, küçük bir toplum kıvamındadır. Ailenin temelinde yatan mucizevî nokta ise, insanın fıtratıdır/yaratılışıdır. Madem aile olmak fıtridir ve butik bir toplum mesabesindedir ve madem toplum aile kurumundan oluşmaktadır. O halde, bizler için önemli olan bu kurumun, sağlam temeller üzerine bina edilmesi ana hedef olmalıdır. Özellikle de son dönemlerde, adı birileri tarafından konulan, X, Y, Alfa…kuşakları arasında, bütün negatif duyguların perçinlendiği bir alan olarak aile hedef gösterilmişken mü’min kişiye düşen görev, Kerim kitabımız Kur’ân’daki aile hayatını işlevsel hale getirmesidir. Bunun için Kur’ân’daki aile hayatı ile ilgili âyâtın araştırılarak, psiko-sosyal yönden ele alınması, bunların güncellenerek, deyim yerindeyse up-date edilmesi, bireysel ve toplumsal anlamda büyük bir boşluğu dolduracaktır.
İslam kültür ve medeniyetinde kişinin ve toplumun huzurlu/mutlu olması, bu huzurun birey, sosyal yapı ve devlet kademelerinde işlevsel hal alabilmesi, hukuki bir zeminde oluşan (münâkehat/evlilik akdi) ailenin mutlu olmasına bağlıdır. Kur’ân ailenin, huzurlu-mutlu olmasını, Rabbimizin koyduğu ilkelere riayetle mümkün alacağını belirtir. Gelin aile kurumuyla ilgili Rabbimizin ilkelerine kulak verelim.
Kur’ân’a Göre, Mü’min Aile’de Olması Gereken Genel-Geçer İlkeler
1. Karşılıklı Haklara Riayet Ederek, Çözüm İçin Af Yolunun Tutulması İlkesi
Dünya hayatı, zorlukların ve sıkıntıların olmadığı, her şeyin huzur dairesinde işlevsellik/işlerlik kazandığı bir yer değildir. Doğal olarak ilgili zorluk, külfet ve sıkıntılarla kişiler, aileler ve toplum yüz yüze kalabilmektedir. Bu durum, hem kişi ve toplum, hem de aileler üzerinde olumsuz etkiler oluşturabilmektedir. Bu nedenle Kur’ân, sadece nikâh akdiyle cinsel birliktelikler yaşamanın eşlerin, kendi görevlerini yerine getirmeleri noktasında durumu yeterli görmemiş; ailenin devamı ve mutluluğu için belirli ölçü(t)ler getirmiştir. İşte tam bu noktada Kur’ân’ın yol göstericiliği devreye girmiş ve aile bireyleri arasındaki bazı sorunların çözümü için karşılıklı ilke ve prensipler ortaya konmuştur. O ilkelerden ilkiyle buluşmak gayesiyle vahiy penceresinden durumu temaşa eyleyelim: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Teğâbun, 64/14). “..Erkeklerin, adalet ölçülerine göre kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Kocalar, eşleri üzerinde önceliğe sahiptirler. Allah kudret ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/228). Görüldüğü üzere Kur’ân’a göre, aile içerisindeki sorunların çözümünde ilk ilke, karşılıklı haklara (itaat, emanet, iffet, samimiyet, iyi muamele, güven gibi) riayet ederek, çözüm için af yolunun tutulmasıdır. Çünkü Kur’ân aileyi, “güvenin ve istikrarın kaynağı” olarak görmektedir.
Yine Allah Teâlâ, aile kurumunun dengeli bir şekilde varlığını muhafaza edebilmesi için muhatabını, sağlıklı bir iletişim bağının ve bu temel üzerine kurulan ilişkilerin varlığına bağlı olduğunun şuuruna vardırmak ister. Söz konusu ilişkileri de, dünyevi/geçici/maddi temelden ziyade, uhrevi/manevi temeller üzerinde gerçekleşmesini murat eder. Eşler birbirlerinin birçok zaaflarına ve noksanlıklarına karşı göz yummayı ve durumu tölere etmeyi bilmelidir. Özellikle de erkeğin kadının eksikliklerini örtecek şekilde eşinin güzelliğini ve iyi taraflarının olduğunu unutmamalıdır. Gelin Rûm suresine kulak verelim. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları (meveddet ve rahmet)/( مَوَدَّةً وَرَحْمَةًؕ ) yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” (Rûm, 30/21). “Ve (ey insanoğlu,) yakın(ların)a hak(lar)ını ver; düşküne de, yolda kalmışa da; ama sakın (elindekini) anlamsız, amaçsız bir biçimde saçıp savurma.” (İsra, 17/26). “Öyleyse yakınlarınıza, muhtaçlara ve yolculara haklarını verin; bu, Allah’ın rızasını kazanmak isteyenler için en doğrusudur: çünkü, mutluluğa erecekler onlardır!” (Rum, 30/38). “Erkeklerin kadınlar üzerinde olan hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” (Bakara, 2/228). “Kadınlarınızla iyi geçinin. Onlardan hoşlanmayıp tiksinseniz; hoşlanmadığınız bir şeyde, Allah birçok hayır takdir etmiş olabilir.” (Nisa, 4/19). Görüldüğü üzere Rabbimiz huzurun, dış/harici bir güzelliğe ya da makam-mevki gibi bir zenginliğe bağlı olmadığı, Allah Teâlâ’nın eşlerin arasına yerleştirdiği sevgi ve şefkate bağlı olduğu bilincini, aile kuran bireylerin kalplerine ve zihinlerine yerleştirmek istemektedir. Bu ilkeyi Hz. Muhammed (a.s)’in konuyla ilgili mesajlarıyla noktalayalım: “Kadınların hakkına riayet etme konusunda Allahtan korkun! Çünkü siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namus ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal ettiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakkı vardır.” (Müslim, Hacc, 1218.). “Hiç bir mümin erkek, mümin bir kadına nefret etmesin! Eğer onun bir özelliğini beğenmezse, diğer bir özelliğinden razı olur.” (Müslim, Rada, 63).
2. Mesken, Nafaka, Yönetim ve Diğer Ailevi Meselelerde Sabırlı Olmak, Adaletli Davranmak, Güzel(i) Görüp Güzel Söz Söylemek İlkesi
Gelin yine bu başlık çerçevesinde Kur’ân’a kulak kesilelim: “Onlarla (hanımlarınızla) iyi geçinin (onlara karşı adil olun). Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” ( Nisa, 4/19). Bizler belki bir şeyi sevmemiş olsak da Allah o şeyde bizim için birçok hayırlar (evlad-ı salih, karı-koca arasındaki sevgi, saygı, ülfet ve dindarlık gibi..) takdir etmiş olabilir. Ünlü bir Mutasavvıfın da ifade ettiği üzere burada, “Öyle ise, gözünüz nefsinizin arzu ettiği şeylerde değil, kendiniz için hayırlı olan şeylerde olsun,” manası ifade edilmektedir. (İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu’l-Beyan, Erkam Yayınları, 2005, 3/555).
Bu ilke çerçevesinde adaletin sevkiyatı, çift başlılığın önlenmesi ve bu vesileyle huzurun temini için Kur’ân, aile içi yönetimi ve idareyi aile reisi olarak babaya tevdi etmiştir: “Erkekler kadınlar üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın insanların bir kısmını diğerlerinden üstün yaratması ve bir de erkeklerin, kendi mallarından mehir ve evin geçimi gibi harcama yükümlülüklerinin olmasıdır. Şu halde sâliha kadınlar itaatkârdırlar. Allah’ın, onların kocaları üzerindeki haklarını korumasına karşılık, hanımlar da kocalarının bulunmadığı zamanlarda ve kimsenin görmeyeceği yerlerde namuslarını, onların mallarını ve çocuklarını korurlar.…” (Nisa, 4/34). Şu gözden kaçırılmamalıdır; erkeğin aileyi yönetme ve kadınını/hanımını koruyup kollama görevini üstlenmesi, Allah tarafından dünyaya taalluk eden yönüyle bazı derecelerle kadından üstün yaratılmasından/kılınmasından dolayıdır. Çağdaş mütefekkirlerden birisinin de işaret ettiği gibi, “Ayette, bahsedilen üstünlük her erkeğin her kadından üstün olduğu anlamına gelmez. Zira öyle kadınlar vardır ki, bilgi ve beceri gerektiren çalışma hayatında, biyolojik ve fizyolojik güç gerektiren bazı iş ve konularda birçok erkekten üstündür. Söz konusu ifadeden kasıt, Yüce Allah’ın imtihan gereği erkek cinsine yüklemiş olduğu bazı sorumlulukların bir gereği olarak verdiği bazı lütuflar ve genel olarak da erkek cinsinin kadın cinsine olan üstünlüğüdür. Ayrıca Yüce Allah, kadınları da çocuk yetiştirmek, onları terbiye etmek, merhamet ve şefkat göstermek gibi bazı güzel hasletlerle erkeklerden üstün kılmıştır. Ayette geçen “Allah bazı insanları bazılarından üstün kılmıştır” (4/34) ifadesi de buna işaret etmektedir. (Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni ufuklar neşriyatı, 1997, 2/ 274).
Son zamanlarda değişen toplum ve aile algısı, eşler arasındaki bu hassas dengeyi maalesef bozmuştur. Artık ailenin bir reisi yoktur. Çocuklar dahi aile içi sorunlarda bireysel bir tutum sergileyebilmiş ve ailede tek başlılık yerine çok başlılığa dayanan bir yapı oluşmaya başlamıştır. Modern ya da çağdaş denilen aile yapısında erkek/koca yerine “eşler ve hatta çocuklar” birlikte söz sahibi olmuştur. Zahiren nefse hoş gelen, özgürlük temelli bir yapıymış gibi gözüken ve ailenin bütün efradının birlikte söz sahibi olma durumu, sanıldığının aksine ve istatistiklere de yansıdığı gibi, ailede olumsuz sonuçlar doğmasına sebep olmuştur. Oysa aile içerisindeki disiplinin devam etmesi için bir yöneticiye ihtiyaç vardır. (Bkz., Mehmet Çelen, Türkiye’de Boşanma Olgusu Ve Boşanma Çeşitleri, Ulusal Aile Sempozyumu-Sebep Ve Sonuçlarıyla Boşanma Olgusu, Adana: 10 Nisan 2011, 4.).
Allah Teâlâ’nın aile içerisinde yöneticilik, idare etme ve çok başlılığa ve kaosa zemin açmamak adına kavvamlık/idarecilik/gözeticilik makamını erkeğe/kocaya tevdi etmesi; erkeği kadından her bakımdan üstün tuttuğu için değildir. Bilakis Allah kadını, büyük bir dünyevi sorumluluktan beri kılmış, vahyin geldiği ortam da göz önüne alındığında görülecektir ki, İslam kadına sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi haklar tanımış, onlara yönelik güzel muamele edilmesini mü’min erkeklere emretmiştir. Bu durum, İslam’ın kadına verdiği zirve değerin bir göstergesidir.
3. İbadet ve Helal Haram Bilinci Kazandırmak İlkesi
Aslında İslam’da ailenin en önemli sorumluluğu, aile reisinin hem kendisini, hem de ailesini eğitmek suretiyle, onlara helal-haram bilinci kazandırarak, onları iyi olana yönlendirerek, aile içindeki aşırılıkları, dengesizlikleri ve adaletsizliği de gidererek; aile bireylerini cehennem ateşinden korumak için uğraş vermektir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim, 66/6). “Öyleyse Ailene namazı emret ve sen de bunun üzerinde kararlı ol! Biz senden rızık istemiyoruz; seni Biz doyuruyoruz: ve mutlu son (kişinin) sorumluluk bilincine (takvasına) bağlıdır.” (Taha, 20/132).
Görüldüğü üzere itikatla/inançla ilgili ilk kavramsal çerçevenin ve ilk bilgilerin, aile ortamında neşv-ü nema bulması elzemdir. Bu alan da, ailenin ilkesel görevleri arasındadır. Özellikle çocuğun dil gelişimi ile birlikte konuşmaya başlamasından itibaren, bu eğitim hemen verilmelidir. Aksi takdirde Allah Rasûlü’nün (a.s.) “fıtrat” hadisinde de buyurduğu gibi, çocuk sosyal çevreden bu boşluğu doldurur: “Her doğan mutlaka fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hristiyan ve Mecûsî yapar…” (Buhârî, Cenaiz, 80, 93; Müslim, Kader, 22-25). Elbette bu saha dikkatli olunması gereken bir alan olduğundan dolayı ve beklenmedik ve istenmedik sonuçlarla karşılaşmamak için, ailede verilecek olan dini eğitimin usûlü, dozu iyi belirlenmelidir. Yüce kitabımız Kur’ân, bunun nasıllığı hakkında bizlere kapılar aralamak için uygulamalı/yaşanmış/tecrübî örnekler sunmaktadır: “Lokman oğluna öğüt verirken şunu demişti: “Sevgili oğlum, Allah’a ortak koşma, kuşkusuz şirk (Tanrı’ya ortak koşmak) büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13). “Hz. Lokman, öğüdüne devamla şöyle demişti: “Yavrucuğum! Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu ortaya çıkarır. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilmektedir; her şeyden haberdardır.” “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındırmaya çalış, başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azim ve kararlılık gösterilmeye değer şeylerdendir.” (Lokman, 31/16-17). “Gemi, dağlar gibi dalga(lar) arasında onları götürüyor(du). Nuh bir kenarda olan oğluna “Ey yavrucuğum! Bizimle birlikte (gemiye) bin; kâfirlerle olma!” ((Hud, 11/42). (Oğlu/İsmail) onunla birlikte yürüyecek çağa ulaşınca, (İbrahim) “Ey yavrucuğum! Rüyada seni kesmekte olduğumu görüyorum; bir düşün, ne dersin?” demişti. (O da) “Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat, 37/102).
Görüldüğü üzere burada muhataba hitap dili çok önemlidir. “Oğulcuğum/yavrucuğum” şeklinde nayif, muhatabın gönlünü okşayacak, şefkat ve merhamet yüklü ifadeler bizden istenmektedir ki, muhatapla iletişim/etkileşim bağımız güçlü olsun ve söylediklerimiz tesir bulsun.
Unutmayalım ki, gelecek nesillerin inançlı, erdemli, sağlıklı, huzurlu olabilmeleri iyi bir aile ortamının tesisine bağlıdır. Dolayısıyla bu ortamın tesisinin sağlanamaması tam aksi bir durumun, yani inançsız, huzursuz, erdemsiz, sorumsuz bir neslin meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Bu bağlamda, ebeveynlerin, çocuklarına karşı görevlerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmeleri elzemdir. Çünkü aile, hassas bir kurumdur. Ailedeki eğitsel düzen, toplumun denge unsurudur. Müslüman aileler, buradaki dengenin, küreselleşme rüzgârının etkisiyle, değerler alanında Müslüman ailenin yabancısı oldukları bir hayat atmosferine doğru evrilmemesi için ellerinden gelen her türlü gayret ve çabayı göstermekle mükelleftirler. Bu çabanın çerçevesi de/hududu da, Kur’ân’ın sunduğu minval üzere ve ilgili ilke ve prensipler esas alınarak çizilmelidirler.