25.6 C
Bursa
30 Haziran 2025 Pazartesi
spot_img
Ana SayfaKuranKur'an'dan Bir Kavram: Kadh

Kur’an’dan Bir Kavram: Kadh

يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ

“Ey İnsan! Rabb’ine kavuşuncaya kadar didinip duracak ve sonunda O’na kavuşacaksın.” (İnşikak, 84/6)

İnsanın hiç yavaşlamadan, hep didinerek, yorulmak nedir bilmeden, iyiye de kötüye de eğilim göstererek (“Sonra ona fücurunu ve takvasını ilham etti.” Şems, 91/8), ateş çıkarırcasına (Âdiyât 100/2) bir koşuşturma içerisinde olması.

Bu ne bilinmezliktir. Bu ne aceleciliktir. Bu ne yol yordam bilmemezliktir.

Bu dünyada bir yerlere gelmek, konum değiştirmek vb. hedefler uğruna koşuşturmacalarımızı, girdiğimiz sınavlara verdiğimiz önemi; Rabbimizin bize bildirdiği alanlarla ilgili bir koşuşturmacanın içinde bulunsaydık ya da Rabbin bize sunduğu sınavlara vermiş olsaydık hem bu dünyamız hem de öteki dünyamız mamur olurdu. Peki neden geçici olan bu dünyayla ilgili şeylere verdiğimiz ehemmiyeti ebedi olan uhrevi hayat için göstermiyoruz? Bu alanda bizi engelleyen şey nedir?

YKS, LGS vb. sınavlara giren öğrencilerin/kişilerin bu sınavlara girmeden önce yaptıkları ön hazırlıklar ve sınavlar anında döktükleri terler bu yazının kaleme alınmasının ana sebebidir. Bu gençleri gönüllü bir şekilde buna iten saik nedir? Aynı motivasyon araçları, neden ebedi başarı sağlayacak bir sınav için işe koşulmuyor?

Hepimiz için aynı şey geçerli değil mi? Hep dünya için bir koşuşturmacanın içerisinde değil miyiz? Bütün bunlar hayatın/yaşam alanının doğal, olmazsa olmaz enstantaneleri mi? Bir düşünelim: Bir an için bunlardan feragat etsek nice oluruz? Hiç bunu denedik mi? İyiye mi evriliriz, kötüye mi?

Bu koşuşturmada herkes kendi tıynetine/şakilesine yakışır bir şekilde hayatına yön verme arzusu içindedir.

Bu bağlamda bizim dışımızdaki varlık alanıyla kendimizi kıyas etmemiz mümkün müdür? Yoksa bu kıyasın butlan olma ihtimali var mıdır? Çünkü iki farklı düzlem ve iki farklı alandan bahsediyoruz.

İşte tam bu anda diyeceğimiz şey, işlerin içinden çıkılamaz bir hal aldığıdır. Bu fikri demlenmenin bidayetidir. Zihin bir karmaşanın bidayetindedir. Nihayeti ne olur bilinmez. Derin bir muvazeneye ihtiyaç vardır. Bir denge unsuru lazımdır. Bir mihenk taşı arz-ı endam etmelidir. Aksi durum kaosun devamlılığına kapı aralar. Beyhude bir aldanışla savrulur gider bütün dimağlar.

İşte tam bu noktada hiçbir alanı boş bırakmayan Halık-ı Yezdan devreye girer. Gözlerimize aydınlık, ayaklarımıza fer, gönlümüze karar olacak bir söylemle/vahiyle/mihenk taşıyla… böylece bir nebze durulur insan. Yaşam alanının sınırlarını ve yapıp etmelerinin sorumluluğunu ve sonucunu deruhte eder. Bütün ifsad ve ikmal devrelerin bağlantı noktalarını keşfeder. Keşmekeşlik ve kaos istikamet bulur. Kişinin sistem içerisindeki yeri artık bellidir. Koşuşturmanın derecesi de hedefi de aşikardır. Nizami bir düşünüş, müstakim bir kalp ayakların rotasını belirler. Çehreler artık mütebessimdir. Vuslatın der kenarı gri değildir. Gök kubbe bir daralma yeri değil, içten içe ferahlık ve selametin merkezidir.

İnsan dünya için didinip dururken, ömür sermayesinin bittiğinin ve Rabbinin onu her an gözetlemekte olduğunun, her şeyin Allah’a malum olduğunun ve yaptığı her işin Allah’a ulaşacağının farkına varmaz. Uzun vadeli planlar/tul-i emel yapar. Ecelinin onu takip ettiğinin idrakini göz ardı eder. Halbuki eceli onu çepeçevre kuşatmıştır.

“Resulullah (sav) yere bir çizgi çizdi ve: “Bu insanı temsil eder” buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: “Bu da ecelini temsil eder” buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra “Bu da emeldir” dedi ve ilave etti: “İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir.” (Buhari, Rikak 4; Tirmizi, Zühd 25; İbnu Mace, Zühd 27)

Halbuki istese de istemese de şunun farkındadır ya da bu bilgi onun zihninde vardır:

“Kime kitabı sağından verilirse, Hesabı çok kolay görülecek. Ve sevinç içinde yakınlarına dönecek. Fakat kime kitabı arkasından verilirse, Ölüp yok olmak isteyecek. Fakat alevli ateşe girecek. O, dünyada yakınları içindeyken sevinçliydi. O, kesinlikle dönmeyeceğini sanıyordu. Bilakis! Rabb’i onu çok iyi görüyordu.” (İnşikak, 84/7-15)

“Artık kim zerre ağırlığınca iyilik yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzâl 99/7-8)

İnatla zihnine ve benliğine şunu kazımaya çalışır:

“Onlar, “Hayat, ancak bu dünya hayatından ibarettir. Doğar ve yaşarız, bizi ancak zaman yok eder.” dediler. Oysaki bu konuda gerçeğe dayalı hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanda bulunuyorlar.” (Câsiye 45/24)

Çünkü içindeki uzun yaşama ve tul-i emel arzusu onu, şu cümleleri söylettirecek eşiğe getirmiştir:

“Ve o kendisine yazık ederek bahçesine girdi: “Ben, bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmıyorum.” dedi. “Kıyametin kopacağını sanmıyorum. Eğer böyle bir şey olur da Rabb’ime döndürülürsem, mutlaka orada bundan daha hayırlısını bulurum.” (Kehf 18/35-36)

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Serdar yorumladı İman: Miras mı, Tercih mi?
nurettinacar2016@gmail.com yorumladı Bir Selamın Hakkı