Adım: Narin Güran! Zarif, ince yapılı ve kırılgan manasına gelirmiş. İlkokul öğretmenim öyle söylemişti. O öyle söylediği için ismimi ayrı seviyordum. Kendimi hep zarif bir insan olarak görüyor ve çok değer veriyordum. Hem, Allah’ın yarattığı her şey çok özel ve değerliymiş; kurstaki hocam bunu hep dile getirirdi. Evet, bu yüzden ben de öyleydim: çok değerli ve çok özel…
Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşanlı Mahallesi’nde dünyaya geldim. Orada yaşıyor, hayatımı idame ettiriyordum.
Aklım ermiyorken mahallemizin ismini pek sorgulamazdım. Ne zaman ki öğretmenim isimlerin manalarını öğretti, o vakitten sonra sorgulamaya başladım her kelimeyi. Kurmuş olduğum her kelimenin manasını öğrenme çabası içerisindeydim artık. Bize aldırmış olduğu sözlükte aradığım ilk kelime: “Bağlar” kelimesi olmuştu. Birçok anlamı ifade etse de, benim için dikkat çeken anlamı: üzüm kütüklerinin dikili bulunduğu toprak parçasıydı. Ve bir sevinçle öğretmenime:
“Bulunduğumuz ilçenin anlamı çok güzel! Bağlar kadar özel ve güzel.” demiştim. Çünkü ben üzüm bağlarını ve üzümleri çok seviyordum. Mahallemizin ismi de Tavşanlı’ydı. Demek ki bir sürü tavşan yaşamış bu bağların içinde, diye düşünür, hayal kurardım. Ama ben hiç tavşan görmedim, biliyor musunuz? Hep tilki ve kurt seslerini duyar, tıkardım kulaklarımı. Hayalini kurduğum ilçe ve mahalle gerçek dünya ile denk değildi. Ve bu durum beni ürkütüyordu.
Ama ilkbahardan ürkmezdim. Papatyalar açardı çünkü. “Seviyor, sevmiyor” oynardık. Misk kokusu buram buram duyulurdu tarlalardan. Öyle güzel görünürdü ki, cennetin numunesi gibi…
Öğretmenime papatyaları buket yapıp hediye etmek benim için dünyadaki en büyük sevinçti. Çünkü onun bize karşı sevgisi, anne baba şefkatinden çok daha güzel ve özeldi. Bu yüzden o, yüreğimin en güzel köşesinde yer edinmişti.
Okulumuz tatil için ara verince Kur’an-ı Kerim kursu için kayıt yapmıştım, annemin tüm ikazlarına rağmen!
Okumak ve bu uğurda çabalamanın güzelliği, yüreğimde kokusu kilometrelerce uzaklıktan duyulacak güzel bir papatya gibiydi. Ve bu kokuyu herkes duysun, görsün istiyordum. İnsan okudukça güzelleşirdi, hem öyle değil mi?
Kurs için hazırlık yapma vakti gelmişti. Abdest almayı hocamdan öğrenmiştim. Bir arkadaşım musluk, diğeri su, bir diğeri de abdest alan kişi olmuştu. Böylece öğrenmiştik abdest almayı. Aramızda kalsın, ben hâlâ musluk olan arkadaşıma gülüyorum, çok komik değil mi sizce de? 🙂
Abdestten sonra evdeki en güzel kıyafetleri giyinip annemin oyalı başörtüsünü takmıştım. Camiye ve cumaya hazırlanınca bayrama hazırlanır gibi hazırlanmalıymışız. Hem, mümin hep çok güzel giyimli ve temiz olmalıymış, öyle diyordu kurstaki hocam.
Ben kurs hocamı çok seviyordum. O bana Kur’an’ı öğretince içimdeki heyecanı nasıl gizleyecektim bilmiyordum. Ama her duygu, anında yaşanında güzelmiş.
Yine bir gün ders bitiminden sonra eve doğru yol aldık. Arkadaşlarım oyun oynamayı teklif ettiler; hayır diyemezdim, onlarla vakit geçirmek bana çok iyi geliyordu çünkü. Hemen eve gidip başörtümü ve Elifba kitabımı bıraktım. Arkadaşlarımın yanına döndüm. Çok sevdiğimiz horoz şekerlerinden aldık, yedik beraberce. Konuştuk, güldük, eğlendik. Gökyüzünü seyredip bulutlarla konuştuk. Sonra Rabbimizle…
Geç olmadan evlerimize dönmek için ayrıldık. Son vedam olacağını bilmiyordum. Gözle görülür kameralardan sonra kör bir noktada kaybolmuştum. Tavşanlı Mahallesi için kurmuş olduğum hayallerdeki tavşanlar değil, gece korkunç şekilde uluyan kurtlar almışlardı beni. Eve gidecektim, izin vermediler. Kandırdılar beni, “Eve gideceğiz” diye. Arabaya konuldum. Çocuktum, kanardım ve en yakınıma kandım! Buna çok eskiden güvenmek denirdi oysa! Bu kelimenin sözlükten silindiğini kimse söylememişti ki bana. Birkaç kilometre sonra tehlike ile karşı karşıya olduğumu anladım fakat o küçük yaşımda çırpınamadım. Çığlıklarımı hayalini kurduğum tavşanlar duydu, bağlar bahçeler duydu, göğe bakıp konuştuğum bulut duydu, ama yanımdaki nasıl bir mahlukattı ki duymuyordu. Sonra ne olup bitti bilmiyorum, hatırlamıyorum.
Tek bildiğim bir şey vardı:
“Kağıttan turnalar yapıp uçurduğum, kayıklar yüzdürdüğüm dereye, bir çöp atar gibi torbaya konulup atılışım!!!”
Ben şimdi o mavi göğün bulutlarıyla arkadaş oldum. Ve itiraf ediyorum ki, öfke ile dahi dünyaya bir kez olsun bakmak gelmedi aklıma.
Dünyadaki papatyalar gibi değil buradaki papatyalar. Hiçbiri numunesi dahi değil! Kokusu, ilkbaharda duyduğum, buram buram diye nitelendirdiğim kokunun zerresi dahi değil!
Burada kurtlar ulumuyor!
Bir sürü tavşan var, hepsi gökkuşağı gibi. Sözlükte silinen “güven” kelimesi herkesin üzerine nakış nakış işlenmiş. Bu yüzden ürkmüyorum artık!
Ve şu an içinde bulunduğum hakikat, hayalini kurduğum bağlar ve tavşanlardan çok daha güzel…
Hayalini kurduğumun çok daha ötesinde!