16 C
Bursa
25 Nisan 2024 Perşembe
spot_img
Ana SayfaKuranKur'an'ın Anlaşılmasında Allah Rasulü'nün Konumu

Kur’an’ın Anlaşılmasında Allah Rasulü’nün Konumu

KUR’ÂN’A GÖRE ALLAH RASÛLÜ’NÜN (s.a.v) KONUMU ve ANLAŞILMASINDAKİ ROLÜ

GİRİŞ

Kur’an’ı Kerîm’in birçok ayetinde Peygamber (s.a.v)’den bahsedilmektedir. Ayet-i Kerimelerde onun peygamberliğine vurgu yapılmasıyla birlikte, birçok yönünün de ele alındığı görülmektedir. Esasen hakkında verilen bilgilere bakıldığında, Peygamber (s.a.v.)’in konumunu ve sahip olduğu yetkileri hem dini hem de dünyevî açıdan belirlemeğe yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kendisine verilen konumun kavranması, Kur’an’ın doğru anlaşılması konusunda büyük ölçüde önem arz etmektedir. Hatta ve hatta İslâm’ın doğru yaşanması için söz konusu kavrayışın zarurî olduğunu söyleyebiliriz.

Peygamber (s.a.v)’in konumu bağlamında kendisine verilen tebliğ, mesel (örnek) olma görevleri yanında Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için beyan (açıklama) görevi de verilmiştir. Bu görevi, 23 yıllık peygamberlik döneminde, çeşitli münasebetlerde hem sözlü hem de fiilî /uygulamalı açıklamalarda bulunarak yerine getirmiştir. Kur’an’ın beyanı olan bu açıklamaların, ilahî mesajın anlaşılmasında ne derece önemli bir mevkiye sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Kaldı ki müminlerin şahsî ve içtimaî hayatlarını düzenlemek gayesiyle teşri hükümler vaz eden, bilimsel ve mucizevî niteliğe sahip olan Kur’ân-ı Kerîm’den hükümler istinbat etmek, sadece salt bir Arapça dilini bilmekle mümkün olmuyordu. Ayrıca sahabîler arasında tabiatıyla, Kur’an’ı anlama bakımından seviye farklıkları vardı. Kur’ân ayetleriyle meşguliyet, Peygamber (s.a.v) ile beraberlikleri, muhakeme kabiliyetleri, Arap diline vukûfiyetleri ve tarihi bilgileri, netice itibariyle seviyelerine göre Kur’ân hakkındaki bilgileri de farklı oluyordu. Nitekim onların en ileri gelenlerinin bile anlayamadıkları ayetler vardı. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a.v)’in, sahabînin Kur’an’dan anlayamadıkları ayetlerin tefsir ve beyanını vahyin kontrolü altında öğretmesi, onların doğru bir Kur’ân anlayışına sahip olmalarını sağlıyordu. Bu vesileyle de Rasûlullah (s.a.v)’in onlara hayatın her alanında sürekli olarak örnek olmasıyla, Nebevî Sünnet’i tanıma ve onu yaşama imkanını elde etmiş oluyorlardı.

Binaenaleyh makalede, Rasûlullah (s.a.v)’in Kur’an’a göre konumu ve yetkileri belirlenmiş ve onun anlaşılmasında nasıl rol oynadığı konusu işlenerek izah edilmeye çalışılmıştır.

1. KUR’ÂN’A GÖRE ALLAH RASÛLÜ (s.a.v)’İN KONUMU

A. Rasûl ve Nebî Kavramları

a- Rasûl’ ün sözlük ve ıstılahı anlamı:

Sözlükte Rasûl; elçi anlamındadır. Istılahı anlamda ise ‘kendisine vahyedilip de vahyedileni tebliğ etmekle emrolunan kimsedir.’[1]

b- Nebî’nin sözlük ve ıstılahı anlamı:

Sözlükte Nebî; haber getiren kişidir. Istılahı anlamına gelince ‘kendisine vahiy geldiği halde, yeni bir dini tebliğ etmekle görevli olmayan, önceki Rasûl’ ün dinine tabi olmak ve onu devam ettirmek üzere görevli kimsedir.’

Öyleyse her Rasûl, Nebî’dir, ancak her Nebî, Rasûl değildir.[2] Çünkü risalet, nübüvvetten daha geneldir. Nübüvvet ise risaletin bir cüzüdür.[3] Bu bakımdan Peygamber (s.a.v.), İslâm Dinini tebliğ etmekle görevli olduğundan dolayı hem Rasûl ve hem de Nebî’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de:

﴿…وَلَكِنْ رَسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ…﴾

‘…Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve Nebîler’in sonuncusudur…’ (Ahzâb 33/40) denilmektedir.

B. Kur’an’a Göre Allah Rasûlü (s.a.v.)’in Statüsü

Kur’an’a göre Rasûlullah (s.a.v.)’in yerini belirleyebilmemiz için, kendisine verilen statüyü veya yetkiyi belirten/belirleyen ayetlere göz atmamız yerinde olacaktır.

1- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿ قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ…﴾

“Ey Rasûlüm deki: ‘Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim, (şu var ki) bana ilahınızın, sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor…’” (Kehf 18/110)

2- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿ وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى. إِنْ هُوَ إِلاَّ وَحْيٌ يُوحَى.﴾

‘O hevasına göre konuşmaz. O’nun konuşması, kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir.’ (Necm 53/3-4.)

Bu ayetin kapsamına Kur’ân ayetleri girdiği gibi Sünnet’te girmektedir. Delil olarak söz konusu ayetin tefsiri sadedinde İbn Kesîr’in Ebû Dâvud’un Süneni’nden naklettiği şu hadis gösterilebilir:

‘Abdullah b. ‘Amr (r.a) şöyle der:

“Ezberlemek maksadıyla Rasûlüllah (s.a.v)’den duyduğum her şeyi yazıyordum, Kureyşliler bundan beni yasaklayarak:

‘Sen Rasûlüllah (s.a.v.)’den duyduğun her şeyi yazıyorsun, halbuki o da bir insandır, kızgınlık anında konuştuğu şeyler olur’ dediler. Bu yüzden yazmayı bıraktım ve durumu Rasûlullah (s.a.v)’e anlatınca bana şöyle dedi:

‘Yaz, nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki benim ağzımdan haktan başka bir şey çıkmaz.’[4]

Yine tefsirinde İmâm Ahmed’in Müsnedi’nden yaptığı nakilde Ebû Hureyre (r.a) söyle demiştir:

“Rasûlüllah (s.a.v.) ben, haktan başka bir şey söylemem dediğinde, sahabîler:

‘Bizimle bazen şakalaşıyorsun ey Allah’ın Rasûlü!’ dediler, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

‘Muhakkak ki ben haktan başka bir şey söylemem’ diyerek sözünü tekrarlamıştır.”[5]

3- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا.﴾

‘Ey İnananlar! Andolsun ki sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah Rasûlü en güzel örnektir.’ (Ahzâb 33/21)

Bu konuda birçok hadis gelmiştir. Mesela İbn ‘Abbâs (r.a)’dan gelen bir rivayette Rasûlüllah (s.a.v.)’in:

‘Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım’[6] demesiyle kendisinin her konuda örnek olduğu gibi aileyle geçim konusunda da ümmetine örnek olduğunu veya örnek alınmasının gereğini ifade etmiştir.

4- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ.﴾

‘(Ey Rasûlüm!) Sen elbette yüce bir ahlâka sahipsin.’ (Kalem 68/4)

Bu ayeti teyit sadedinde Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyururlar:

‘Ben ahlâkın faydalarını (diğer bir rivayette ise: güzelliklerini) tamamlamak için gönderildim.’[7]

‘Âişe validemize Peygamber (s.a.v)’in ahlâkı sorulduğunda, onun ahlâkının Kur’ân olduğunu bildirmiştir.[8]

5- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿ وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ…﴾

‘Biz her peygamberi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik…’ (Nisâ’ 4/64)

Bu meyanda Ebû Hureyre (r.a)’dan gelen bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v) söyle buyurur:

‘Ümmetimin hepsi Cennet’e girecektir. Ancak yüz çeviren başka.’ Sahabîler dediler ki:

‘Ey Allah’ın Rasûlü! Cennet’e girmekten kim yüz çevirir ki?’ Bunun üzerine şöyle buyururlar:

‘Kim bana itaat ederse, Cennet’e girer, kim de isyan ederse, Cennet’e girmekten yüz çevirmiştir.’[9]

6- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ.﴾

‘Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’ (Enbiyâ’ 21/107)

7- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا…﴾

‘Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik…’ (Sebe’ 34/28)

Aynı manada Câbir b. ‘Abdullah (r.a)’dan gelen rivayette Rasûlüllah (s.a.v):

‘Benden önceki Peygamberlere verilmemiş olan beş şey bana verildi’ dedikten sonra beşinci olarak ta:

‘Her Peygamber kavmine gönderilirken, ben ise bütün insanlığa gönderildim’[10] özelliğini saymıştır.

8- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنْ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِي السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

“Deki: ‘Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanan bir millet için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.’” (A‘râf 7/188)

Eğer Peygamber (s.a.v), gaybı bilmiş olsaydı, Kâbe’de namaz kılarken bir hayvan derisi, üzerine koyulmazdı. Uhud savaşında dişi kırılmazdı. Medine’de Yahudiler kendisine sihir (büyü) yapamazdı. Ama bütün bu olaylar ve daha zikretmediğimiz birçok olay başına geldi. Eğer Peygamber (s.a.v), geleceğe ve bazılarının bildiğini iddia ettiği sırlar âlemine muttali olsaydı, elbette ki onlardan sakınmasını bilirdi.

9- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمْ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

‘Sana Kitabı, ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için inanan kimselere de doğru yolu, rehber ve rahmet olarak indirdik.’ (Nahl 16/64)

Peygamber (s.a.v)’in Kitabı açıklayıcı özelliğine sahip olduğunu bildiren bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

“Bana Kur’ân ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın: ‘Size gerekli olan Kur’an’dır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal kılınız, neyi de haram bulduysanız, onu haram kılınız’ demesi yakındır. Biliniz ki Allah Rasûlü’nün haram kıldığı şeyler, Allah’ın haram kılması gibidir.”[11]

10- Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمْ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ…﴾

‘İçlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları tezkiye eden, kendilerine Kitap ve Hikmet’i öğreten bir Rasûl göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur…’ (Âl-i ‘İmrân 3/164)

Söz konusu ayette zikredildiği gibi Rasûlüllah (s.a.v)’in gönderiliş hikmetlerinden birinin öğretici olması:

‘Ben ancak muallim (öğretici) olarak gönderildim’[12] ifadesinde yer almıştır.

Zikredilen ayetlerden Peygamber (s.a.v)’in Kur’an’a göre statüsünü şu şekilde belirleyebiliriz:

a- Her şeyden önce Peygamber (s.a.v) bir insandır, ancak beşer olmasının yanında Rasûl olması hasebiyle kendisi ilahî vahiy almaktadır.

b- Aldığı ilahî vahyi ne fazla ne de eksik, kusursuz bir şekilde kendi istek ve arzusuna uymadan olduğu gibi insanlara tebliğ etmektedir.

c- Ümmetine, hayatın her alanında örnek ve doğru yolu gösteren bir kılavuz olacak şekilde yüce ahlâka sahiptir.

d- İnsanları Cehennem azabından uyaracak ve Cennet’le müjdeleyecek kadar rahmet dolu bir Peygamber’dir.

e- Kendisine vahyedilen Kur’ân’da, ihtilafa düşüldüğünde doğru olanı açıklayan, açıkladığı şeylere Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi istenen bir Peygamber’dir.

f- Aynı zamanda müneccim ve kahinler gibi insanlara gaypten haber vererek onları boş ümitlere bağlayan birisi değil, bunun aksine kendisinin gaybı bilmeyen, bu bilgiyi Allah’a havale eden ve sadece Allah’ın bildirdiklerini bildiren bir Peygamber’dir.

g- Peygamber olarak bütün insanlığa gönderilen, ve Dinî davetinin evrensel boyutu olan bir Peygamber’dir.

2. ALLAH RASÛLÜ (s.a.v)’İN TEBLİĞ/MESEL ve BEYAN GÖREVİ

Yüce Allah bütün Peygamberleri’ne belirli görevler vermiştir. Bu görevleri üç grupta toplayabiliriz:

Birincisi ilahî hükümlerin tebliği,

İkincisi o hükümlerin bizzat kendisi tarafından tatbiki, ki bu onun mesel olma görevidir.

Üçüncüsü ise bunları insanlara açıklamasıdır. Allah Rasûlü (s.a.v)’e verilen söz konusu görevleri ayetlerden tespit etmeğe çalışalım:

A. Tebliğ Görevi:

İlahî vahye muhatap olan Allah Rasûlü (s.a.v)’in ilk görevi kendisine vahyedileni insanlara ulaştırmak ve bildirmektir. Kur’ân’ ın ifadesiyle buna tebliğ denir. Tebliğ, Peygamberliğin bir gereğidir. Kur’ân-ı Kerîm’de buna şöyle işaret edilmektedir:

﴿يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ…﴾

‘Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun…’ (Mâ’ide 5/67)

Peygamber tebliğ görevini yapmakla yükümlüdür, ancak insanların kabul etmeyişinden sorumlu değildir.

Nitekim bu husus aşağıdaki ayette açıkça belirtilmektedir:

﴿وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ.﴾

Allah’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin. Karşı gelmekten sakının. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki elçimize düşen sadece tebliğ etmektir.’ (Mâ’ide 5/92)

﴿فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ…﴾

(Ey Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse, bilsinler ki biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir…’ (Şûrâ 42/48)

Allah Rasûlü (s.a.v)’in tebliğ ettiği ilahî bilginin, Kur’an’ı açıklaması yanında bir beşer olarak dünya görüşüne sahip olmasıyla, kendisinde bazı insanî hallerin bulunması, beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahiy dışında kalması gayet tabidir. Dolayısıyla Nebevî bilginin her iki yönünün kavranması için aşağıdaki ayırıma gidilmesi kaçınılmazdır.

a- Peygamber (Nebî) olarak Muhammed (s.a.v).

b- Beşer olarak Muhammed (s.a.v).

Aslında söz konusu ayırımın delili, şu ayette yer almaktadır:

﴿ قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ…﴾

“Ey Rasûlüm deki: ‘Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim, (şu var ki) bana ilahınızın, sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor…’” (Kehf 18/110)

Görüldüğü gibi ayetin birinci kısmı; onun beşerî yönünü, diğer kısmı ise; kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamberlik (Nebevî) yönünü ele almaktadır.

Buna göre Allah Rasûlü (s.a.v)’in tebliğ etmekle memur olup olmadığı bilgi, nebevî bilgi ile beşerî bilgi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tabiatıyla bunlar da vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda onun nebevî ve beşerî bilgisinin kapsamına giren alanları görelim.

1- Allah Rasûlü (s.a.v)’in tebliğ etmekle emrolunduğu nebevî bilgisinin (vahyin) kapsamına giren alanlar:

a- İnanç ve gaybiyata ait konular.
(Çünkü beşerin bu konuları aklıyla tespit etmesi mümkün değildir.)

b- Helâl ve Haramlar,

c- Emir ve yasaklar,

d- İbadetler,

e- Ukubât (ceza hadleri),

f- Muamelât (akitler ile ilgili hükümler),

g- Ahlâkî kurallar,

h- Peygamber (s.a.v)’in hususî halleri (visal orucu tutması, gece namazının kendisine vacip olması gibi),

i- Tababetle ilgili genel prensipler.

Söz konusu konular Kur’an’ı Kerîm’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi Nebevî Sünnet’e bırakılmıştır.

2- Allah Rasûlü (s.a.v)’in tebliğ etmekle emrolunmadığı beşerî bilgisinin kapsamına giren alanlar:

a- Peygamber (s.a.v)’in beşerî halleri, oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedenî ihtiyaçlar ve benzeri durumları,

b- İstişareye açık konular (hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve Müslümanların müşaveresine bırakılmış idarî ve içtimaî konular),

c- Kazâ-î hükümlerde hâkimin tasarrufları (yani içtihatları),

d- Dünya işleri (ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metotları, tıbbî müdahaleler ve tedavi usulleri, yeni teknolojiden istifade edilen ve tecrübeye dayanan uygulamalar).

İkinci kategorinin, tebliğ edilen Nebevî bilgiler dışında kalmasına Peygamber (s.a.v)’in, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında:

‘Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz’[13] veya:

‘Ben ancak bir beşerim, Dininiz’ den bir şey emrettiğim zaman onu alınız, kendi görüşümden bir şey emrettiğim zaman ise ben de bir insanım’[14] ifadesi delil olarak getirilmiştir.

Yine ayrı bir delilde; Bedir Savaşı’nda Peygamber (s.a.v)’in orduyu indirdiği mevkiinin, vahiy dolayısıyla değil de bunun kendi görüşü olduğunu bildirmesi üzere, Hubâb b. el-Munzir’in (r.a) itirazı dolayısıyla ordunun mevkiini değiştirmesi[15] gibi benzeri delillere dayanarak sözü edilen alanların, Peygamber (s.a.v)’in tebliğ ile emrolunmadığı beşerî bilgisinin kapsamına giren alanlar olduğunu söyleyebiliriz.
Yalnız söz konusu alanlar her ne kadar tebliğ edilen vahyin dışında kalmasıyla, bunların tasarruf ve uygulanmasında fert ve topluma muhayyerlik verilmiş ise de belirli durumlarda şer’i müdahaleler söz konusu olabilmektedir. Sözgelimi, şayet mubah olan işlerden birinin, vahye dayalı bir hükümle bağlantısı olursa, o halde şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız.

B. Mesel Olma Görevi:

Peygamber (s.a.v)’in ikinci görevi ise Allah’tan aldığı emirlere bizzat kendisinin uymasıdır ki bu da ‘mesel olma’ görevidir. Yüce Allah, vahye uymasını Peygamberi (s.a.v)’e emrederek şöyle buyurmuştur:

﴿اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَأَعْرِضْ عَنْ الْمُشْرِكِينَ.﴾

‘Rabbinden sana vahyolunana uy! Ondan başka İlah yoktur. Müşriklerden de yüz çevir.’ (En‘âm 6/106)

﴿وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّى يَحْكُمَ اللَّهُ…﴾

‘Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy. Allah, hükmünü verinceye kadar sabret…’ (Yûnus 10/109)

Bazı ayetlerde ise vahye uyduğunu Peygamber (s.a.v)’in diliyle ifade edilmiştir:

﴿وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

“Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen bir defa yaşasaydın ya’ derler. De ki: ‘Ben ancak Rabbin tarafından bana vahyedilene uyarım. Bu Kitap inanan millete Rabbiniz’ den açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir.’” (A‘râf 7/203)

Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor:

﴿قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنْ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ.﴾

Ey Muhammed! De ki: ‘Ben Peygamberler ’in ilki değilim. Benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uymaktayım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.’” (Ahkâf 46/9)

Rasûlüllah (s.a.v) aldığı vahyi, şahsında tatbik etmek suretiyle Müslümanlar için yaşayan bir örnek olmuştur. Bu husus ayette şu şekilde belirtilmiştir:

﴿لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا.﴾

‘(Ey inananlar!) Andolsun ki sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah Rasûlü en güzel örnektir.’ (Ahzâb 33/21)

Peygamber (s.a.v)’in, vahyi şahsında uygulayarak yaşamasını ve inananların örnek almaları istenmiştir.

Yine Peygamber (s.a.v)’in diliyle ayette şöyle buyrulmuştur:

﴿قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ.﴾

“Ey Rasûlüm de ki : ‘Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeden ve merhamet edendir.’” (Âl-i ‘İmrân 3/31)

Ayrıca Peygamber (s.a.v)’e yapılan itaatin Allah’ın iznine dayandığı şu ayette vurgulanmıştır:

﴿وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ…﴾

‘Biz her peygamberi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik…’ (Nisâ’ 4/64)

Yukarıda zikredilen ayetlerin Peygamber (s.a.v)’in mesel/örnek olma görevi ile ilgili olarak vermek istediği mesajları şu şekilde özetleyebiliriz:

a. İndirilen vahye Peygamber (s.a.v)’in bizzat kendisinin uyması emriyle, başkalarına örnek-mesel olma görevi ve sorumluluğu yüklenmiş olması.

b. Peygamber (s.a.v)’in diliyle bu görevi yerine getirdiği ifade edilmesi.

c. Müminlerin, yaşantılarında onu örnek almalarının gereğine vurgu yapılması.

d. Peygamber (s.a.v)’den talep edilen itaatin Allah’ın izniyle olduğuna vurgu yapılması.

Dolayısıyla öngörülen itaat, bazılarının ifade ettiği gibi şirk kategorisine giren bir itaat değildir. Zira o Peygamber (s.a.v) insanları kendi yoluna değil, Allah’ın yoluna çağırmıştır.

Câbir b. ‘Abdillah (r.a)’dan gelen aşağıdaki kıssa bize Allah Rasûlü (s.a.v)’in mesel/örnek olma görevinin evrensel boyutunu ortaya koymaktadır:

“‘Umer b. Hattâb (r.a), Allah Rasûlü (s.a.v)’in yanına Tevrat’tan bir nüsha ile gelip:

‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bak bu Tevrat’tan bir nüshadır’ diyerek okumaya başladı. Bunun üzerine Ebû Bekr (r.a):

‘Çocuğunu kaybedesice!!! Rasûlüllah (s.a.v)’in yüzünün değiştiğini görmüyor musun?’ deyince, ‘Umer (r.a), Rasûlüllah (s.a.v)’in yüzüne baktı ve:

‘Rasûlüllah (s.a.v)’in gazabından Allah’a sığınırız. Rab olarak Allah’tan, Nebî olarak, Muhammed’den Din olarak da İslâm’dan razı olduk’ dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdular:

‘Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Mûsâ (a.s) çıkagelseydi, siz de ona tabi olup beni bıraksaydınız, doğru yoldan sapıtırdınız. Eğer Mûsâ (a.s) hayatta olsaydı ve benim nübüvvetime yetişseydi, muhakkak ki bana uyardı.’”[16]

C. Açıklama Görevi:

Allah Rasûlü (s.a.v)’in üçüncü görevi, kendisine indirilen ayetleri ve ilahî emirleri insanlara beyan etmektir. Kur’ân’da Peygamber (s.a.v)’in bu görevi şöyle ifade edilmektedir:

﴿وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ…﴾

‘Kendilerine apaçık olarak anlatabilsin diye her Peygamber’i kendi milletinin diliyle gönderdik…’ (İbrâhim 14/4)

﴿…وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ.﴾

“…Sana da zikri (Hikmet’i) indirdik ki insanlara, vahyedilenleri (ayetleri) açıklayasın diye. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.” (Nahl 16/44)

﴿وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمْ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

‘Sana kitabı, ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik.’ (Nahl 16/64)

Nebevî Sünnet’in beyan yönünü en belirgin bir ifadeyle ilk olarak ortaya koyan âlim, İmâm Şâfiî olduğu söylemek mümkündür. Sünnet’in Kur’an karşısındaki hukukî konumunu tespit ederken Sünnet’in Kur’an’ı açıklama görevi konusunda kayda değer bilgiler vermektedir.

Konuyla ilgili olarak şu açıklamalarda bulunur:

‘İlim ehlinden, Nebî (s.a.v)’in Sünneti’ nin, Kitap karşısında üç durumda olduğu konusunda muhalif görüşte olanı bilmiyorum. Bunlardan ilk ikisi hakkında âlimler ittifak halindedirler: Allah’ın Kur’ân’da hükmünü açıkladığı konuda, Rasûlullah (s.a.v), Kitabı’n nassını teyit eden bir Sünnet vazeder. Allah’ın, Kur’ân’da mücmel (özü belirtilmiş, açıklaması yapılmamış) olarak bildirdiği konularda, Rasûlullah (s.a.v), onunla Allah’ın neyi murat ettiğini açıklayan bir Sünnet ortaya koyar. Kitap’ta, hakkında hüküm bulunmayan konuda, Rasûlüllah (s.a.v) tek başına bir Sünnet (hüküm) getirir.’[17]

İmâm Şafii’nin kaydettiği bilgiler ışığında Sünnet’in Kur’an’ı açıklaması hususundaki geliş yollarını şu şekilde ortaya koyabiliriz:

a. Mücmel ve mufassal olarak Peygamber (s.a.v)’in açıklamaları, Kur’an’ı Kerîm’i teyit eder. Örneğin; namaz, zekât, oruç ve haccın vücûbiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadisler, konuyla ilgili gelen ayetlere uygunluk arz etmektedir.

b. Mutlakını mukayyet, mücmelini tafsil, müşkilini izah, genelini hususileştirme, müphemini beyan etme gibi fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir eder. Örneğin; ayetlerde geçen, siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın; günün beyazlığı ile gecenin karanlığı anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kastın; sağ el ve bilekten olması gerektiği, yine ayette:

﴿الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ…﴾

‘İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya)…’ (En‘âm 6/82) ifadesinden muradın ‘şirke bulaşmazlar’ anlamında olduğudur. Sünnet’in çoğu bu türden olmasıyla Kur’an’ı beyan etme özelliğini kazanmıştır. Nebevî Sünnet’in bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihtilaf yoktur.

c. Kur’an’ın hüküm vazetmediği bir konuda Sünnet hüküm getirir. Sünnet’in tek başına getirdiği bazı hükümlere örnek verecek olursak, ninenin mirası ve altıda bir verilmesi, zina eden evli erkek veya kadının recmedilmesi, zina eden bekarın bir yıllığına sürgün edilmesi, erkeğin evlilikte bir kadını, hala veya teyzesiyle aynı anda nikâh altında tutmasının yasaklığı, şufa (mal ve arazide ortaklık) ile ilgili hükümler, evcil eşek etinin haramlığı, Mut’a nikahın haramlığı, musâkatla (araziyi sulama, kullanma ve kiralamayla) ilgili hükümler, şahit ve yeminle ilgili hüküm, Ramazan’da orucunu kasten bozana kefaret,[18] ticaretle ilgili hükümler, namazların rekatları, zekâtın nisap ve ölçüleri, yırtıcı hayvanlardan pençeli olanların haramlığı, nikahta velâyet hakkıyla ilgili tafsilatlı hüküm gibi buna benzer örnekler gösterilebilir.[19]

Üçüncü türde gelen Sünnet’in, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usûlcüler arasında ihtilaf edilmişse de Sünnet’in, her üç fonksiyonunu yerine getirirken Kur’an’a muhalif olmayacağı ifade edilmiştir. Ancak Sünnet birtakım hükümler karar kılarken, tek başına mı, yoksa velev tevil yoluyla da olsa, Kur’ân naslarının geneline girerek mi karar kılar? Birinci görüş, cumhur âlimlerin görüşüdür, ikincisi ise İmâm Şâtıbî ve Ebû Zehra’nın görüşüdür.[20] Eğer ikinci görüş tercih edilerek ‘’Sünnet’in Kur’an’a muvafakat ettiğine itaat, onun dışında getirdiği hükümlerde itaat yoktur. Dolayısıyla Nebevî Sünnet’in tek başına hüküm koyma yetkisi olamaz’’ denilirse, o zaman Peygamber’e hususi itaati emreden ayetlerin anlamı kalmayacaktır. Kaldı ki Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

﴿ مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ…﴾

‘Kim Rasûllüllah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş gibidir…’ (Nisâ’ 4/80)

Ayrıca konuyla ilgili delilleri göz önünde bulundurulduğunda, cumhur âlimlerin görüşünün tercihe şayan olduğu görülür.[21]

Sünnet’in tek başına hüküm koyma fonksiyonu üzerindeki görüşleri delilleriyle birlikte tetkik eden Dr. Mustafa Siba’î, aslında âlimler arasında meselenin özüne ait bir görüş ayrılığı bulunmadığını; farkın, meseleyi takdim ederken kullanılan ifadelerde olduğunu belirtmektedir.[22]

3- KUR’ÂN’IN ALGILANMASINDA ALLAH RASÛLÜ (s.a.v.)’İN UYGULAMALARI

Kur’an’ın doğru bir şekilde algılanmasında Rasûlüllah (s.a.v)’in uygulamaları çok önem arz etmektedir. Bu uygulamalar bazen Kur’an’daki bir hükmün önce açıklanması sonra da bizzat kendisi tarafından tatbiki, bazen de bir sahabînin uygulamasından sonra Rasûlüllah (s.a.v)’in onaylaması şeklinde cereyan etmiştir. Sözü edilen uygulamaların yanında itikadî açıdan bazı düzeltmeleri de olmuştur. Onun yaptığı düzeltme ve uygulamaları hem itikadî hem de amelî açıdan ele alacağız:

A. İtikadî Açıdan Düzeltmeleri:

Kur’an’ın getirdiği tevhit inancının doğru algılanabilmesi bağlamında, Rasûlüllah (s.a.v)’in, müşahede ettiği bazı itikadî saplantıları düzelttiğini kaynaklarda görmekteyiz. Söz konusu düzeltmelere dair bazı örnekleri sunmak istiyoruz:

1. Örnek:

﴿الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُوْلَئِكَ لَهُمْ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ.﴾

‘İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya) işte onlar için güven vardır. Doğru yolda olanlar da onlardır’ (En‘âm 6/82) ayeti indiği zaman ifade tarzı, sahabîlere ağır gelir. Rasûlüllah (s.a.v)’e gelerek derler ki:

‘Ey Allah’ın Rasûlü! Hangimiz nefsine zulüm etmiyor ki?’ Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v) onlara şöyle cevap verir:

‘Ayette sizin zannettiğiniz şey kastedilmiyor, salih kul Lokman’ın oğluna ne dediğini duymadınız mı?: ‹Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma, zira şirk en büyük zulümdür.› Yani, imanlarına şirki bulaştırmayanlar denilmek istenmiştir.’[23]

Verilen örnekte görüldüğü gibi, imanla ilgili bu ayetin doğru anlaşılması için Rasûlüllah’ın yaptığı kavram düzeltmesi sayesinde Sahabenin söz konusu ayet-i kerimeyi yanlış algılamalarını önlemiştir.

2. Örnek:

Huneyn Harbi’ne giderken Müslümanlar büyük bir ağaç görürler. Cahiliye Dönemi’ne yakın olduklarından dolayı bu tür ağaçları önceden nasıl yücelttiklerini, müşriklerin de Zâtu’l-Envât adında benzer bir ağaçları olduğunu, üzerine silahları astıklarını ve orada ibadet yaptıklarını biliyorlardı. Dolayısıyla:

‘Ey Allah’ın Rasûlu! onların, yani müşriklerin Zâtu’l-Envât’ı olduğu gibi bize de bir Zâtu’l-Envât edinsene’ derler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):

‘Allah Ekber! Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki İsrâiloğulları’nın Mûsâ’ya söyledikleri sözü söylediniz:

﴿…قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَل لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ.﴾

‹Ey Musa! Onların ilâhları olduğu gibi bize de bir ilâh edinsene, dediler. Mûsâ da onlara şu cevabı verir: Gerçekten siz cahil bir topluluksunuz.› (A‘râf 7/138) ayetini okuduktan sonra:

‘Sizler öncekilerin adetlerine uymaktasınız’ diyerek onları uyarır.[24]

Geçen olayda Rasûlüllah (s.a.v) ashabına, halen kalplerinde bulunan o şirk kalıntıları sebebiyle taleplerinin, tevhit Dini olan İslâm Dini ile bağdaşmadığını ve söz konusu ayette geçen Mûsâ (a.s)’ın kavmiyle ilgili olan olayı hatırlatarak uyarıda bulunur. Olayı değerlendirdiğimizde burada yapılan düzeltmenin itikadî açından ne kadar yerinde olduğunu anlarız.

3. Örnek:

Tufeyl (r.a) şunu anlatır:

“Geceleyin rüyamda birkaç Yahudi’ye rastladığımı gördüm ve onlara:

‘Gerçekten: ‹Üzeyir Allah’ın oğludur› demeseydiniz çok iyi olurdunuz’ dedim. Onlar da:

‘Gerçekten: ‹Allah ve Muhammed diledi› demeseniz en doğru yolda olan insanlar sizlersiniz’ cevabını verdiler. Sonra bir Hristiyan topluluğuna rastladım ve onlara:

‘‘İsa Allah’ın oğludur’ demeseydiniz gerçekten çok iyi olurdunuz’ dedim. Onlar da bana:

‘Allah ve Muhammed diledi’ demeseniz gerçekten en doğru yolda olan insanlar sizlersiniz’ dediler.
Sabah olunca bunu birkaç kişiye anlattım. Sonra Rasûlüllah (s.a.v)’in huzuruna giderek ona da anlattım. Rasûlüllah (s.a.v) bana:

‘Bu rüyayı hiç kimseye anlattın mı?’ diye sordu. Ben:

‘Evet’ dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v), Allah’a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki:

‘Tufeyl bir rüya gördü. İçinizden bir kısmınıza da anlatmış. Sizlerin söylemekte olduğunuz bir söz vardı ki onu daha önce yasaklamam gerekiyordu. Fakat şu şu sebepler beni engelledi. Artık: ‹Allah ve Muhammed diledi demeyin, Yalnız Allah diledi› deyin.’”[25]

Söz konusu örneğin başka bir versiyonu şöyledir:

Muhacirler’ den olan Katîle (r.a) şöyle anlatır:

“Yahudilerden birisi, Rasûlüllah (s.a.v)’in huzuruna gelerek:

‘Siz Müslümanlar da şirk koşuyorsunuz. Çünkü:

‹Allah ve sen diledin de şu iş oldu› diyorsunuz:

‹Kâbe hakkı için› diye yemin ediyorsunuz’ dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v) Müslümanların yemin etmek istedikleri zaman:

‘Kâbe’nin Rabbi Allah üzerine’ diye yemin etmelerini ve:

‘Allah diledi sonra da sen diledin’ demelerini emir buyurdu.”[26]

Nitekim bu uyarının bazı ferdi olaylara da yansıdığını görmekteyiz. İbn ‘Abbâs (r.a) bize şu olayı nakleder:

Bir adam Rasûlüllah (s.a.v)’e hitaben:

‘Allah ve sen dilersen’ deyince; Rasûlüllah (s.a.v) ona:

‘Beni Allah’a ortak mı koşuyorsun? Yalnız Allah dilerse de’ diye buyurdu, diğer bir rivayette ise:

‘Yalnız Allah dilerse sonra da sen dilersen’[27] ifadesi yer almaktadır.

Burada Peygamber (s.a.v), Kur’an’ı Kerîm’de yer alan:

﴿وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا. إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ…﴾

“Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey için: ‘Bunu yarın yapacağım’ deme.” (Kehf 18/23-24) Veya:

﴿وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ…﴾

“Bahçene girdiğinde: ‘Maşallah! (Allah’ın dilediği olur.) Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!” (Kehf 18/39) gibi ayetlerin hükmünü uygulamış, ashabından bazılarının, Allah’ın dileme ve iradesini, kulu olan Peygamberi (s.a.v)’in dilemesiyle bir tutulmasının tevhit inancına aykırı olacağı ve şirke düşüleceği endişesiyle itikada dayalı bir lafız düzeltmesi yapmıştır.

4. Örnek:

‘Adiy b. Hatim (r.a)’nun kıssasıdır. Şam’da bulunan ‘Adiy b. Hatim (r.a), Cahiliye Dönemi’nde Hristiyan olmuştu. Tay Kabilesi’ nin reisi olan ‘Adiy b. Hatim (r.a), daha önce Rasûlüllah (s.a.v)’in davetini duymuş ve Medine’ye gelmişti. Rasûlüllah (s.a.v)’in yanına gittiğinde, boynunda gümüşten bir haç taşıyordu. Bunu fark eden Rasûlüllah (s.a.v):

﴿اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ…﴾

‘(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hristiyanlar) da Rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler’ (Tevbe 9/31) ayetini okumaya başladı. Bunun üzerine ‘Adiy b. Hatim (r.a):

‘Hayır Hristiyanlar, onlara ibadet etmediler’ deyince, Rasûlüllah (s.a.v):

‘Aksine, rahiplerin haram olanı helal kıldıklarında veya helal olanı haram kıldıklarında, onlara tabi oldular. İşte bu, onların rahiplere ibadetidir’[28] diye cevap vermiştir.

Rasûlüllah (s.a.v) ile ‘Adiy b. Hatim’in (r.a) arasında geçen ve devamı olan bu diyaloğun sonunda, onun İslâm’a girdiğini kaynaklar bize haber vermektedir. Önemli bilgiler ihtiva eden bu kıssa bize, Kur’an’ın hangi sebepten dolayı Yahudi ve Hristiyanları rabler edinmekle suçladığını, Rasûlüllah (s.a.v)’i söz konusu ayet hakkında yapmış olduğu açıklamayı, ‘Adiy b. Hâtim’in (r.a) gelip okuduğu ayete itiraz etmesi neticesinde öğrenmiş bulunuyoruz

5. Örnek:

‘Â’işe (r.a) validemizin rivayetine göre, Rasûlüllah (s.a.v):

﴿ هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُوْلُوا الْأَلْبَابِ.﴾

“Sana Kitab’ı indiren O’dur. O’nun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müşabihtir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun teviline yeltenmek için müteşabih ayetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: ‘O’na inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar’” (Âl-i İmrân 3/7) ayetini okudu sonra da şöyle dedi:

‘Müteşabih ayetlere tabi olanları gördüğünüzde, biliniz ki Allah’ın kastettiği kimseler bunlardır. Onlardan sakının.’”[29]

Başka bir rivayette ‘Â’işe (r.a) olayı şöyle anlatır:

“Rasûlüllah (s.a.v)’e:

﴿…فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ…﴾

…İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun teviline yeltenmek için müteşabih ayetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar…’ (Âl-i İmrân 3/7) ayetinin anlamı soruldu. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v):

‘Müteşabih ayetlere tabi olanları gördüğünüzde, biliniz ki Allah’ın kasdettiği kimseler bunlardır. Onlardan sakının’ diye cevabı verdi.”[30]

Son verdiğimiz örnekte, Rasûlüllah (s.a.v)’e, Cenâb-ı Hakk’ın söz konusu ayette kimleri kastettiği sorulmuş, o da bu kimselerin en bariz özelliğini bildirmiş ve onlardan sakınılmasını istemiştir.
Rasûlüllah (s.a.v)’in itikadî açıdan yaptığı az önceki düzeltmeler ve açıklamalar bunlarla sınırlı değildir. Geçen örneklerin dışında daha birçok benzeri olayları kaynaklarımızda görmek mümkündür. Bunlar içerisinde Kur’an’ın doğru algılanmasına yönelik amel açısından uygulamaları da yer almaktadır.

B. Amel Açısından Uygulamaları

Peygamber (s.a.v), Kur’ân’da bildirilen hükümlerin, gerek kendisinin açıklayarak uygulaması veya ashabından birilerinin uygulamasını onaylaması suretiyle kolay algılanmasını/anlaşılmasını sağlamıştır. Söz konusu uygulamalarla ilgili bazı örnekleri vermek faydalı olacaktır:

1. Örnek:

Kur’an’ın namaz emrini ashabına uygulamalı olarak göstermek üzere Peygamber (s.a.v) minbere çıkıp namaz kılmış ve:

‘Bunu, bana uyup kıldığım namazı kılasınız’[31] diye yaptığını söylemiştir. Ümmetine de:

‘Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece kılın’[32] hitabıyla namazın keyfiyeti konusunda kendisinin örnek alınmasını ve kıldığı şekliyle kılınmasını istemiştir. Ayrıca camide namazı hızlı kılan bir adama Peygamber (s.a.v), namazı yeniden tekrarlamasını söylemiş, başka türlü namaz kılmasını bilmediğini söyleyen bu adama namazı baştan sona kadar tarif etmiştir.[33]

2. Örnek:

Hicretin 10. yılında, Peygamber (s.a.v) veda haccını yapmak üzere insanlara ilanda bulunmuş, Müslümanlar da bu ibadeti onu örnek alarak yapabilmek için Mekke’ye gitmek üzere, Medine-i Münevvere’ye akın etmişlerdir. Peygamber (s.a.v), hac ibadetini yaparken de insanlara:

‘Hac ibadetini benden alınız, belki bu yıldan sonra sizlerle bir daha görüşemeyeceğim’[34] diyerek, bu ibadetin yapılış şeklini ondan öğrenmelerini talep etmiştir.

3. Örnek:

﴿…وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمْ الْخَيْطُ الْأَبْيَضُ مِنْ الْخَيْطِ الْأَسْوَدِ مِنْ الْفَجْرِ…﴾

‘Sabah’ın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için ve sonra geceye kadar orucu tamamlayın’ (Bakara 187) ayetin maksadını yanlış anlayan ‘Adiy b. Hatim’e (r.a) Peygamber (s.a.v) ayetin açıklamasını yaparken, beyaz iplikten maksadın, gündüzün aydınlığı, siyah iplikten maksadın ise, gecenin karanlığı olduğunu bildirmiş[35] ve böylelikle sahur vaktinin fecrin girişine kadar olduğu anlaşılmıştır.

4. Örnek:

Ya‘lâ b. Umeyye şunu nakleder:

‘Umer b. Hattâb (r.a)’ya:

﴿وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي اْلأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنْ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَنْ يَفْتِنَكُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُبِينًا.﴾

‘‹Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır› (Nisâ’ 101) ayeti hakkında ne diyorsun? İnsanlar artık emniyet içerisindeler, (yani namazın kısaltılmasına gerek yok)’ dedim. Bunun üzerine bana dedi ki:

‘Senin taaccüp ettiğin şeyden ben de taaccüp ederek, bunu Rasûlüllah (s.a.v)’e sordum. Bana:

‘Bu hüküm, Allah’ın size tasadduk ettiği bir sadakadır. Öyleyse O’nun bu sadakasını kabul ediniz’ buyurdu.”[36]

Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi Rasûlüllah (s.a.v), seferde emniyet olsa bile namazın kısaltılması ile ilgili bu ayetin hükmünün hala devam ettiğini ‘Umer (r.a)’ya izah ederek, amele dayalı Kur’ânî bir hükmün doğru anlaşılmasını sağlamıştır.

5. Örnek:

‘Abdullah b. Mesûd (r.a) der ki:

“Bir gün Allah Rasûlü (s.a.v) bize bir çizgi çizerek:

‘Bu Allah’ın yoludur’ dedi. Ondan sonra sağlı sollu çizgiler çizerek:

‘Bunlar ise, şeytanın yollarıdır. Her yolun başında kendisine çağıran bir şeytan vardır’ dedi. Akabinde de:

﴿وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ﴾

‘Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. (Başka) yollara uymayın, zira o yol sizi Allah ‘ın yolundan ayırır. İşte (kötülükten) sakınmanız için Allah size bunları emretti’ (En‘âm 153)[37] ayetini okumuştur.

Peygamber, söz konusu ayetin daha kolay anlaşılabilmesi için ashabına çizgi şeklinde yollar çizerek hak yolun bir, batıl yolların ise çok çeşitli ve şeytanın yolları olduğunu açıklayarak örneklendirmeye dayanan bir öğretim metodu kullanmıştır.

Kur’an’ın doğru anlaşılmasında Rasûlüllah (s.a.v)’in pratik değeri olan uygulamalarına verdiğimiz örnekler pek çoktur. Biz sadece fikir verme açısından söz konusu örnekleri zikrettik. Sunulan örnekler incelendiğinde, Rasûlüllah (s.a.v)’in Kur’ân hükümlerinin algılanması konusunda uygulamaya dayalı beyana ne kadar önem verdiği görülecektir.

SONUÇ

Rasûlüllah’ın (s.a.v) Kur’an’daki peygamberlik konumunun kavranması gerek beşerî ve nebevî boyutu gerekse evrensel boyutu açısından çok önem arz etmektedir. Ayrıca Rasûlüllah (s.a.v)’in tebliğ, mesel olma ve beyan gibi fonksiyonları yanında, itikadî ve amelî açıdan birçok Dinî meseleleri düzeltmesi ve aydınlatması, bazen uygulamalı bazen de örneklendirmeli metotları kullanmasıyla, sahip olduğu misyonunun büyüklüğünü vurgulamaktadır. Bu nedenle, Rasûlüllah (s.a.v)’in konumunun bilinmesi ve Kur’an’ı açıklama yetkisiyle birlikte onun üstün örnekliğinin kavranması, Kur’ân hükümlerinin doğru algılanmasına ne derece önemli katkılar sağladığı gerçeğini bir kez daha ortaya koyacak ve onunla bütün insanlık için gönderilen İslâm’ın ve tebliğ ettiği evrensel mesajlarının ifrat ve tefritten uzak bir şekilde doğru anlaşılmasına ve yaşanmasına imkân verecektir.


[1] Bkz. Hakemî, Me‘âricu’l-Kabûl (1/78, Dâru’l-Kutubi’l-‘Ilmiyye, Beyrut, 1983).
[2] Bkz. Ebû’l-‘İzz el-Hanefî, Şerhu ‘Akîdetü’t-Tahâviyye (1/140, thk. ‘Abdurrahmân ‘Amîra,
Mektebetu’l-Me‘ârif, Riyad, 1982) ve Hakemî, Me‘âricu’l-Kabûl (1/78).
[3] Ebû’l-‘İzz el-Hanefî, age. (1/140).
[4] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm (4/sy. 260, Dâru’s-Selâm, Riyad, 1992).
[5] İbn Kesîr, a.g.e. (4/sy. 260).
[6] Tirmizî (Redâ‘, bab, 11, thk., Ahmed Muhammed Şâkir, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, Kâhire, ts).
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned (1/71 ve 2/381, Çağrı Yayınları, İst. 1992).
[8] Ahmed b. Hanbel, age. (6/91).
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned (2/361).
[10] Ahmed b. Hanbel, age. (5/145). Heysemî, Bugyetu’l-Bâhis ‘an Zevâ’idi Müsnedi’l-Hâris (1-2, thk.
Hüseyn Ahmed el-Bâkirî, el-Câmi‘atu’l-İslâmiyye Medine 1992, II/876).
[11] Ebû ‘Abdullah ed-Dârimî, Sünen (1-2, thk. Seyyid Hâşim Yemânî, Faysalabâd, 1984, 1/117).
[12] İbn Mâce (Mukaddime 17, thk. Muhammed Fuâd ‘Abdulbâkî, Kâhire, ts); Dârimî, Sünen
(1/111).
[13] Müslim (no: 2363).
[14] Müslim (no: 2362).
[15] Bkz. Hâkim, el-Müstedrek (3/sy. 482).
[16] Dârimî, Sünen (1/126).
[17] Muhammed b. İdrîs eş-Şâfi‘î, Risâle (sy. 91-92, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, el-Mektebetü’l-
‘İlmiyye, Beyrut).
[18] Bkz. Buhârî (4/sy. 141, 149, 154); Müslim (3/sy. 139).
[19] Abdülganî ‘Abdulhâlık zikrettiğimiz örneklerin bazılarına işarette bulunmaktadır. Bkz.
Hücciyetu’s-Sünne (sy. 495-497, 516, Dâru’l-Vefâ, Kahire, 1997).
[20] Şâtibî, Muvâfakât (4/sy. 6-8, Dâru’l-Fikr, Kâhire, ts.); Ebû Zehrâ, Usûlu’l-Fıkh (sy. 113).
[21] Abdülganî ‘Abdülhâlık bu meseleyi çok detaylı bir şekilde ele almakta ve Şatibi’nin bu
konudaki görüşünü eleştirmektedir. Bkz. Hücciyetu’s-Sünne (sy. 504- 515).
[22] Bkz. Sibâî Mustafa, es-Sünne ve Mekânetuhâ fî Teşri’i’l-İslâmî (Kâhire, 1961, sy. 379-385).
[23] Ahmed b. Hanbel, Müsned (1/378, 444).
[24] Tirmizî (Fiten 18); Ahmed b. Hanbel, age. (5/218).
[25] Ebû ‘Abdirrahmân en-Nesâ‘î, Sünenü’l-Kubrâ, thk. Seyyid Kisravî Hasen, Dâru’l-Kutubi’l-
‘İlmiyye, Beyrut, 1991, 6/245); Ebû’l-Kâsım et-Taberânî, Mu‘cemu’l-Kebîr (thk. Hamdî
‘Abdulmecîd es-Selefî, Bağdad, 1980, 8/325).
[26] Nesâ‘î, Sünenü’l-Kubrâ, 6/245).
[27] Nesâ‘î, Sünenü’l-Kubrâ, 6/245); Taberânî, Mu‘cemu’l-Kebîr (12/244).
[28] Taberânî, age. (17/92); Ebû Bekr el-Beyhâkî, Sünenü’l-Kubrâ (10/116, Dâru’l-Bâz, Mekke, 1994).
[29] Ebû Dâvud es-Sicistânî, (Sünne 2, Dâru’l-Hadîs, Humus, 1974); Ahmed b. Hanbel, Müsned (6/48,
256).
[30] İbn Kesîr (1/371).
[31] Buhârî (Kitâbu’l-Cumu‘a, 24, Matba‘atu’l-‘Amiriyye, 1-3, Beyrut, ts.)
[32] İbn Hibbân, Sahîh (4/541, thk. Şu‘ayb el-Arna’ût, Beyrut, 1988).
[33] Beyhâkî, Sünenü’l-Kubrâ (2/345).
[34] Beyhâkî, age. (5/125).
[35] Beyhâkî, age. (4/215).
[36] Müslim (Kitâbu’l-Müsafirîn, 4, thk, M. Fuâd ‘Abdülbâkî, Dâru’l-Hadîs, Kâhire, 1991).
[37] Ahmed b. Hanbel, Müsned (1/453, 465).

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa yorumladı Karınca Kararınca
ummugulsumsolmaz6565@gmail.com yorumladı İnsan ve Mana
Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı İnsan ve Mana
Süheyla Durna yorumladı İnsan ve Mana
Rukiye yorumladı İnsan ve Mana