Nazar, birçok kültür ve inanç sisteminde yer alan; özellikle “göz değmesi” olarak bilinen kadim bir kavramdır. İslam’da da nazarın varlığı kabul edilmiş, hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadislerde çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Nazar, kişinin bakışındaki kıskançlık ya da aşırı hayranlık gibi duyguların olumsuz bir enerjiye dönüşerek başkasına zarar verebileceği inancına dayanır.
Kur’an-ı Kerim’de Nazar
Bazı tefsirlerde, Kur’an-ı Kerim’in Kalem Suresi 51 ve 52. ayetlerinde inkârcıların Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bakışlarıyla zarar vermeye çalıştıkları ifade edilir:
“Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) işittiklerinde, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. ‘Hiç şüphesiz o bir delidir’ diyorlardı.” (Kalem Suresi, 68:51)
Bu ayet, bazı yorumcular tarafından nazarın etkisine işaret eden bir delil olarak değerlendirilmiştir. Ancak Diyanet’in Kur’an Yolu tefsirinde (Cilt 5, s. 39), bu ayetin doğrudan nazarla ilgili olmadığı vurgulanır. Bu durum, nazarın Kur’an’daki yeriyle ilgili farklı tefsir yaklaşımlarının bulunduğunu göstermektedir.
Hadislerde Nazar
Hz. Muhammed, nazarın hak olduğunu ve etkili olabileceğini birçok hadisinde vurgulamıştır. En bilinenlerinden biri şöyledir:
“Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar geçerdi.” (Müslim, Selam, 42)
Bu hadis, nazarın gerçekliğini ve etkisini açık biçimde ortaya koymaktadır. Ayrıca Peygamber Efendimiz, nazara karşı korunmak için Allah’a sığınmayı, dua ve zikirlerle ruhen güçlenmeyi tavsiye etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in son iki suresi olan Felak ve Nas (Muavvizeteyn) ile Ayet-el Kürsi, nazara ve her türlü manevi zarara karşı korunma amacıyla okunması tavsiye edilen en önemli ayetlerdendir. Bu ayetlerin düzenli okunması, manevi savunmayı güçlendiren bir kalkan niteliğindedir.
Koruyucu Sözler ve Uygulamalar
Nazarı engellemek amacıyla, hayranlık uyandıran bir şey gördüğümüzde veya birini överken, “MâşâAllah” ve “BârekAllah” gibi tesbih ve dua cümlelerini kullanmak, sünnettir. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim hoşuna giden bir şey görür de ‘MâşâAllah lâ kuvvete illâ billâh’ (Allah’ın dilediği olur, ondan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur) derse, ona hiçbir şey zarar vermez.” (Beyhakî, Şu’abü’l-Îmân, 4/212-213)
Yine bir başka hadisinde, nazara karşı şu duayı tavsiye etmiştir:
“Her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.” (Buhârî, Ehâdîsu’l-enbiyâ, 10 [3371])
Nazar Boncuğu ve Geleneksel Yaklaşımlar
Bazı toplumlarda nazar boncuğu gibi sembolik eşyalarla korunma amacı güdülmektedir. Ancak İslam’da bu tür nesnelere değil, doğrudan Allah’a sığınılması esastır. Bu tür eşyalar, özellikle bir koruma gücü atfedildiğinde, şirk riski taşıyabilir. Dolayısıyla Müslümanlar için en güvenli ve uygun korunma yöntemi, dua, zikir ve tevekküldür.
Psikolojik ve Toplumsal Boyut
Nazar inancı yalnızca dini bir mesele değil; aynı zamanda toplumsal ve psikolojik etkileri olan bir olgudur. Kıskançlık, haset ve aşırı hayranlık gibi duygular hem bireyler arası ilişkilere zarar verir hem de sosyal gerginlikleri tetikleyebilir. Nazar inancı, bu tür duygulara dikkat çekerek bireyleri daha dikkatli, daha içgörülü davranmaya teşvik eder.
Bunun yanında, nazar korkusu bazı bireyleri fazlasıyla içe kapanık ya da aşırı temkinli yapabilir. Bu noktada, denge gözetmek gerekir: ne nazarı hafife almak, ne de hayatı nazar endişesiyle yönetmek.
Sonuç
Nazar, İslam’da doğruluğu kabul edilen, Kur’an’da ve hadislerde çeşitli yönleriyle ele alınan bir inançtır. Özellikle bakışlarda gizlenen kıskançlık veya aşırı hayranlık gibi duyguların olumsuz sonuçlar doğurabileceği düşüncesine dayanır. Bu yönüyle nazar, kişinin ruhsal ve toplumsal dengesini etkileyebilir.
İslam, nazara karşı korunma yolları sunarken, insanlara hem dua ile Allah’a yönelmeyi hem de kıskançlık, haset gibi duyguları dizginlemeyi öğütler. Böylece yalnızca manevi koruma değil, ahlaki bir terbiye de hedeflenmiş olur.
Nihayetinde, nazar inancı insanı daha dikkatli, daha mütevekkil ve daha mütevazı bir yaşam tarzına yönlendirir. Korunmak için yalnızca boncuğa değil, kalbin samimiyetine, dilin duasına ve Allah’a olan güvene sarılmak gerekir.