13 C
Bursa
27 Nisan 2024 Cumartesi
spot_img
Ana SayfaGenelTereddütlerimiz Var

Tereddütlerimiz Var

Yaşamak anlık duygulara, şartlara, durumlara, dostlara göre anlam kazanır çoğu zaman. Bu yüzdendir ki; “yaşamak yorulmaktır” der Kemal Sayar. Cemil Meriç ise; “Yaşamak yaralanmaktır, ama yaralanmak da güzel” der. Mevlana ise; “Yaşamak direnmektir, sevmek güvenmektir.” diye başka bir pencere açar hayatımıza. Bu cümleler söylenene kadar sahipleri nelerle karşılaştı, hangi yamaçta yalnız bırakıldı, hangi dayandığı ağaç çürük hangi güvendiği dağa kar yağdı ya da hangi küçük bir tebessüm mutluluğa gark etti acaba?

Ruhun mahiyeti hakkında bir şey bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki; acılarımız, mutluluklarımız, hayallerimiz, bu mefhumda demleniyor. Kendimizi bulmak için çabalarımız, umutlarımız, korkularımız buradan neşet edip bir bünyeyi koruyor veya yıkıyor. Bedenimizi koruyan manevi zırhımızı buradan oluşturuyoruz. Ruhun da beslenmesi, güçlenmesi dünyaya ait, dünyalık.

Akıllı makine çağının hastalıklı, aşksız, yalnız ve şanssızlığının şahitleriyiz. Psikolojik rehberlik dersine girdiğimizde ilk önce hoca, şu nostaljik belki de yorgun soruyu sormuştu bize; “Sizden birinin bir dostu, bir ahretliği var mı?” beynim bu cümleyle çocukluğuma adeta koşarak gitti. Evet benim bir ahretliğim yoktu ama annemin bir ahretliği vardı. Çocukluk hatıralarımdan, bir sinyalle çıkan o çocuk ben’e göre yaşlı ve köylü bir teyzeydi. Zaman zaman belki de ayın belli günlerinde bize gelir, ellerinde hep bakraçla yoğurt, sepetle yumurta bir beze sarılı bir parça peynir veya bahçe bostan malzemeleri olurdu. Annem o teyze gelince onu çok önemser, karşılar yedirir içirir bizde yatırır ona değer verirdi. Onunla uzun uzun sohbetler eder döneceği zaman o da şehirden köye gidebilecek elbise, çorap, kumaş, başörtü gibi şeyler koyardı boşalan kaplarına. Çocuk aklımla anlardım ki bu teyze ile bizim bir kan bağımız yok. Yakın akrabalarımızı bilirdim çünkü. Annemle bu teyze birbirlerine bacı diye hitap ederlerdi. Bacılar bir araya geldiklerinde biriktirdikleri sorunları, sevinçleri, acıları anlatır, paylaşır adeta birbirlerine psikolojik bir katarsis uygulayarak dinler, öğüt verir teselli eder ve rahatlamış bir mutluluğun içine düşerlerdi.

Zaman geçti biz büyüdük bir müddet daha geldiğini biliyorum ama sonra kesildi belki de öldü. Fakat bu dünyadan ahirete uzanan ve hemen bir üfleme ile sönecek bir dostluk değildi. Bir birlerine ne kadar ihtimam gösterdiklerini biliyorum. Kelimeleri nasıl seçtiklerini, nasıl içten davrandıklarını, nasıl sevdiklerini…

Bugün için kullanılması gerçekten hayal gibi, kabulü zor, farkındalık ve fedakarlık isteyen bir müessese olarak gördüğüm ‘ahretlik’ kelimesindeki yüklü ve derin hassasiyeti karşılayacak bir terim ya da kavram hatırlamıyorum.

Şimdilerde, ‘kanka’ kelimesinin anlam erozyonu nasıl da kaba ve sahte duruyor ‘ahretliğin’ karşısında.

Kavramların hayatımızı nasıl idame ettirdiğini biraz daha yaş aldıkça fark ediyoruz belki. Fakat sorun daha derin ve çetrefilli. Şimdilerde böyle dostluk ve ruh sağlığımızı koruyan ilişkilerin yokluğunun veya çok azalmış olmasının altında tereddütlerimiz var. Kaybettiğimiz bireysel ve toplumsal güvenimiz bir de.

Her ne zaman yeni iletişim veya hayatımıza alacağımız bir şahıs ya da herhangi iyileştirici bir sebep hakkındaki şüphelerimiz, tatmin edemediğimiz kalbimiz.

Gülümsemenin bile risk taşıdığı dünyamızda, Hz. Ali’ye (r.a.) atfedilen bir söz yüreğimize korku salıyor. “İyilikte yapmadım bana neden bu kötülüğü yaptı?”

Farkındalık, diye bir kavram beynimizde kıvranıp duruyor. Bize telkini genel olarak ya öyle değilse veya ‘böyle yaparsam kazancım ne, kaybım ne olur?’ buna benzer soru ve tereddütler çoğu zaman ya içsel huzursuzluk veya farklı şüpheli sorular olarak önümüze engeller koyuyor.

Ne oldu, ya da niçin inanca, insana, iyiliğe, güzelliğe, merhamete, şefkate olan inancımızı bu kadar kaybettik?

Sosyal medya ile veya iletişim araçları ile pompalanan ve kalbimizi ama bir insandan daha fazla körleştiren bu vicdan yontucular, evlerimize, kulaklarımıza, yüreklerimize o kadar çabuk doluyor ve o kadar tesir ediyor ki. İnsanlar bu kadar kıymet bilmiyor diye iyilikten, merhametten vaz mı geçeceğiz?

Bunca insaf ve izan bekleyen, bunca gadre uğramış mazlumların, bunca boynu büküklerin, yalnızların, insansız kalmışların, hali pür melalini anlatamayanların durumunu kim görecek?

Her tereddüdün içinde biraz keşke vardır. Hz. Ömer (r.a.) der ki, “Keşke diyeceğime ölmeyi yeğlerim.” Keşke kadere karşı çıkmak, olanın hayrını beklememek, yüce yaratanın bütüncül iradesine ram olmamaktır.

Hayatını, çoğunlukla peşin alınmış güzelliklerle idame ettiren insan, beklemenin zarafetini nereden bilsin?

İmtihan bilincini ve ahiret tasavvurunu olmayacak bir hayalin içine hapsedeli, tereddütlerimiz en büyük handikabımız oldu. Duygularımızı tanımamız ve sevgi, kin, nefret, hırs, haset gibi kelimelerin her birimizde nasıl tecelli edebileceğini tahmin etmemiz lazım. Aklımıza gelen veya hayran olduğumuz bir iyiliğin sadece başkasına ait olmasını, bizlerin de bütün risk ve algılama hatalarına rağmen başkasından beklediğimiz kadarının bizden de neşet etmesi için çaba göstermek en insani tarafımız olmalı.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa yorumladı Karınca Kararınca
ummugulsumsolmaz6565@gmail.com yorumladı İnsan ve Mana
Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı İnsan ve Mana
Süheyla Durna yorumladı İnsan ve Mana
Rukiye yorumladı İnsan ve Mana