19 C
Bursa
27 Nisan 2024 Cumartesi
spot_img
Ana SayfaÇeşitliVeysel ve Bitmeyen Çocukluğu

Veysel ve Bitmeyen Çocukluğu

Aylardan Eylül, günlerden de Pazartesi. Bir sonbahar günü. 7 yaşındaki Veysel, güzel ve keyif dolu geçecek bir okul gününe annesinin sevgi dolu sesiyle… “Veysel!!! Kalk oğlum. Uyan artık, bak kahvaltı hazır. Okula geç kalacaksın!!!” sözleriyle gözlerini açmıştı. Evinde mutlu bir şekilde kahvaltısını edip kapının önüne indi. Servisine binip okuluna gitti.

Hayatının travmasıyla karşılaşmak üzere ve tüm yaşamını etkileyecek olan o derse girdi.

Müzik dersiydi, tüm çocukların yüzlerinde tebessüm dolu ifadeler vardı. Öğretmen sınıfa girdi. İlk iş olarak yoklama aldı. Öğretmen hanım, derse güzel bir giriş yaptıktan sonra herkesten flütlerini çıkartmasını istedi. Tüm öğrenciler teker teker duvardaki kara tahtanın üzerinde yazan notaları çalmaya başladılar. Sıra hikayemizin kahramanı olan Veysel’e geldi. Ama bir sorun vardı. Veysel flüt çalamıyordu. Bir türlü de öğrenememişti. O küçük dudaklarından çıkan nefes, elinde tuttuğu mavi renkte ki flüt marifetiyle bir türlü melodiye dönüşmüyor, adeta küçük ellerinde çok ağır bir şey halini alıvermişti.

Ve olan oldu…

Öğretmeni, Veysel’in yanına geldi. Nedensiz bir şekilde hiddetkâr ve hakaretkâr bir şekilde bağırmaya başladı. Veysel’in elinden flütünü aldı. Ve 7 yaşında ki küçük bir çocuğun hiç beklemediği o sözleri söyledi.

“Senden adam olmaz!!!”

Öğretmenin nedensiz hiddeti bitmiyor. O söylediği sözlerde yetmediği gibi üstüne de o mavi flütü Veysel’in kafasına vuruyordu. Evet, o mavi flüt parçalara ayrılmıştı. Tıpkı Veysel’in o küçük yüreğinde oluşan cam kırıkları misali açılan yaralar gibi gururu da yara almıştı. Halbuki Veysel daha 7 yaşındaydı. Hiç umar mıydı ki o güzel ve sevgi dolu kalktığı sabahın, haftanın ilk okul gününde böyle bir hoş geldin karşılamasını?

Hangi çocuk böyle bir muameleye hak eder ki..?

Halbuki Veysel’in o flüdü çalamadığı an, öğretmeni hoşgörülü bir tavır gösterip 46 öğrencinin önünde bu olumsuz davranışı göstermemiş olsaydı, her şey çok farklı olabilirdi.

Veysel, ders bittikten sonra okul bahçesine çıktı. Kendisinden neredeyse 3 kat büyüklükte olan bahçe demirlerinin üzerinden hayatının tepetaklak olacağını ve yepyeni bir hayata başlayacağını bilmeden atladı ve kaçtı. Gel zaman git zaman derken Veysel’in yeni bir öğretmeni ve yeni arkadaşları oldu. Ama bir sorun vardı. Veysel’in konuşması tuhaf bir hal alıyor. Dudaklarından harfler, kelimeler çıkmamaya başlıyordu. Bildiği şeyleri söyleyemiyor, duygularını ifade edemiyordu. Doktorlar, hastaneler, terapistler derken yıllar yılları kovaladı. Tam manâsıyla bata çıka bir hayat geçirmişti. Geçirdi diyorum çünkü yaşamadı, yaşayamadı, yaşattırmadılar. Duyguları demir parmaklıklar arkasında kaldı lakin o kalbi kırık çocuk hep dışarıdaydı kendini bilmeden misali debelenirken Veysel’imiz ailesinin desteği, annesinin ve babasının hoşgörü sınırlarını aşan özverisiyle 18 yaşına ayak bastı.

Sosyal çevre, üniversitesi, iş hayatı derken Veysel’imiz büyüdü. Büyük adam oldu. Konuşma konusunda zorluk çekmiş olsa dahi bakış açısını tamamen değiştirip içinde bulunduğumuz aleme çok farklı bir gözle baktığı için şuan tamamen konuşma üzerine olan bir yerde görev yapmaya başladı. Gelişip filizlendi. Arkasında koskoca bir duygu enkazının altından çıkartıp yeşerttiği bir ağaç vardı artık. O ağaç ki kendisinin görüp geçirdiği fırtınaları başka fidanlarda görmesin diye karşılık beklemeden başkalarına gölge olmaya başladı. Çünkü bir bedel verilmişti bir kere. Niye başkaları da o enkazvari bedelleri ödesin ki, değil mi? Hoşgörü ve her şeye rağmen hayata tebessümkar bir şekilde bakabilmeyi, sadece bakmamayı, bakarken de görebilmeyi. Hep konuşmamayı, çoğu zaman belki de her zaman sadece dinlemeyi bir durak misali imtihan dünyası olan ve en verimli öğretmen olan hayati tecrübeler, Veysel’imize çok güzel bir şekilde öğretmişti.

Hayati tecrübeler ve can yakan tecrübeler için en güzel öğretmen diyorum. Çünkü size bakmadan evvel görebilmeyi, duymadan evvel dinleyebilmeyi, anlamadan hissedebilmeyi öğretiyor.

Lakin arkanızda dağ gibi bir aileniz ve yanınızda da size eş olmaktan çok bir dert ortağınız var ise ya da arkadaştan öte candaşlarım var diyebiliyorsanız, işte o zaman her durumda her şeye karşı bakış açınız çağları aşar bir duruma gelebiliyor.

Veysel’in bir gün, güneşli bir günde, bank üzerinde otururken elinde çayı, yanında çocuklar. Hoş sohbet esnasında dediği gibi. Hayat kısa, para kazanılır, iş bulunur. Başına gelmez dediğin her şey gelir, fakat sen iyilik yapma fırsatın varken bu yoldan sapma eğilimine girersen, ortada bir taş görüp elini altına koymaktan öte, taşı sadece görüp geçersen, ihtiyacı olan herkese ama herkese karşı fedakârlık hissiyatın hiç olmadıysa, bu dünyadan sadece gelip geçiyorsun demektir ve ekler…

Ey dünya! ben bu dünyaya başkalarınınki özellikle çocukların yüzlerindeki tebessüme vesile olmak için geldim. Çünkü ben o tebessümlerle yaşıyorum… Çünkü ben hala o 7 yaşındaki çocuğum ve en iyi arkadaşlarım halâ çocuklar…

Hoşgörün ki, hoş görü ağacının gölgesinden faydalanabilesiniz…

Vesselam…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa yorumladı Karınca Kararınca
ummugulsumsolmaz6565@gmail.com yorumladı İnsan ve Mana
Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı İnsan ve Mana
Süheyla Durna yorumladı İnsan ve Mana
Rukiye yorumladı İnsan ve Mana