İmam-ı Azam Ebû Hanife, İslam düşüncesinin önde gelen isimlerinden biri olmasının yanı sıra, hayatının bir kısmını ticaretle meşgul olarak geçirmiştir. Onun hikayeleri, yalnızca dini bilgi ve içtihatlarla değil, aynı zamanda yaşam felsefesi ve bu felsefenin pratikte nasıl uygulandığıyla da doludur.
Bir gün ders verirken bir talebesi, İmam’ın ticari mallarını taşıyan geminin battığını haber verir. İmam, bu haberi duyduğunda yalnızca “Elhamdülillah” der. Daha sonra aynı kişi gelerek batan geminin İmam-ı Azam’a ait olmadığını bildirir. İmam, bu haberi de aynı şekilde karşılar ve yine “Elhamdülillah” der.
Bu durum, yalnızca hayret uyandırıcı bir hikaye sunmakla kalmaz; aynı zamanda İmam’ın ruhsal derinliğini, dünya malına karşı nasıl bir tutum sergilediğini ve Allah’a olan teslimiyetini gözler önüne serer.
İmam-ı Azam, bu tutumunu açıklarken şöyle der: “Sen gemin battı diye haber getirdiğinde kalbimi yokladım. Dünya malının gitmesinden dolayı en ufak bir üzüntü duymadım; bu nedenle Allah’a hamd ettim. Daha sonra batan geminin benimki olmadığını duyduğumda, dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç olmadı. Bu hali bana bahşettiği için de Allah’a şükrettim.”
Bu sözler, bir insanın içsel huzurunun ve Allah’a olan bağlılığının, maddi kazanç veya kayıplardan bağımsız olabileceğini gösterir. İmam-ı Azam, dünya malına olan ilgisizliğiyle manevi değerleri ve ruhsal olgunluğu önceliklendirmiştir.
Şimdi kendimizi yoklayıp İmam-ı Azam’ın yerine koyalım: Böyle bir durumda “Elhamdülillah” diyebilir miydik? Pek sanmıyorum. Çünkü bu sözü içtenlikle dile getirebilmek, üstün bir ahlak, derin bir teslimiyet ve güçlü bir iman gerektirir.
Yüce Allah, Bakara Suresi’nin 155. ayetinde, bizleri korku, açlık, mallarımızdan, canlarımızdan ve ürünlerimizden eksiltme gibi imtihanlarla sınayacağını bildiriyor. Bu zorlu sınavları başarıyla geçenlere ise büyük bir müjde veriyor. Ancak ne yazık ki, bu müjdeyi hak edenler her zaman çok azdır.
İmam-ı Azam’ın bu hikâyesi, insanlara dolaylı bir ders niteliğindedir. Hayatta karşılaşılan olaylara iyi veya kötü olarak değil, her durumda Allah’a şükretme anlayışıyla yaklaşmayı öğütler. Namazdan sonra yapılan tesbihatlarda sıklıkla tekrarlanan “Elhamdülillah”, bu anlayışın bir tezahürüdür. Hayatın her anında Allah’a bağlılığımızı ve minnettarlığımızı ifade etmek, aynı zamanda manevi olgunluğun bir göstergesidir.
Sonuç olarak, İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin yaşadığı bu olay ve verdiği tepki, sadece bireysel bir tutum değil, aynı zamanda bir öğreti niteliğindedir. Dünya malına aşırı bağlılığın, insanın ruhsal huzurunu bozabileceğini vurgular. Gerçek huzur ve mutluluk ise yalnızca Allah’a olan sevgi ve teslimiyetle mümkündür. Allah’a hamd etmek, olaylara daha geniş ve sağlıklı bir perspektiften bakmamıza yardımcı olur.