14 C
Bursa
26 Nisan 2024 Cuma
spot_img
Ana SayfaAhlakDört Hadis

Dört Hadis

DÖRT HADÎS; DÖRT AHLÂK VE ADAB/MAHARET KAZANDIRMA/EĞİTİMİ

1. Beceri/Maharet: Dili Koruma Becerisi Kazanma

(صحيح – متفق عليه) من كان يؤمن بالله واليوم الآخر فليقل خيرًا أو ليصْمُت

“Allah’a ve ahret gününe iman eden ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhâri, Edeb, 31)

Bu Hadîs-i Şerifiyle Allah Rasûlü (a.s.) öncelikle iman eden kişiye bir psiko-sosyal yaşam becerisi edindirmeyi öncelemiştir. Öncelediği bu maharetin de şart cümlesi olarak Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyi belirlemiş; buradan dikey/ferdi/aşkın ve yatay/sosyal bir sorumluluk alanı tesis etmeyi hedeflemiştir. Aynı zamanda iman eden kişinin şahsiyetinin/kişiliğinin ve onurunun korunması da istenmiştir.

Allah’a iman, Teâl/aşkın bir varlığın, inanan kişinin hayatının her alanına nüfuzunu ispat eder. “İnsanın ağzından çıkan her söz ve işlediği ameller, kesinlikle, yanında kendisine gözcülük eden ve hazır bulunan zabıt kâtibi melek (رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ) tarafından, zapta geçirilir.” (Kâf 18) Bu bilinç, bu şuur, inananın bireysel kemalâtını inşa eder. Ahirete yakinen iman ise, insanı sorunlu bir varlık alanından, sorumlu bir varlık düzeyine yükseltir. İnananın sosyal kemalâtını tesis eder. Kişinin, muhatabını ilgilendiren konularda öncelikle muhatabın hayrına ne/neler olduğunu görebilecek/belirleyebilecek ferasete/hikmete sahip olması ve bunun sonucunda susma becerisini göstermesi ise, bireyin okyanusta/denizde/kalbinde olanı sahile vurmaktaki maharetini ve kalbine/denize olan kontrolünü ifade eder. Buradaki susma zoraki, dışarıdan bir müdahaleyle olan, ya da hakkı ve hakikati gizleyen bir susma olmamalıdır. Buradaki ahlâkî tutum/erdem/beceri, kişinin Allah Rasulü’ne (a.s.) dilini tutmadaki garanti verme durumunun resmidir: “Kim bana, iki çene (ağzına, diline sahip çıkma) ve apış arası (namus) mevzuunda söz verir, kefil olursa, ben de ona cennet için kefil olurum.” (Buhârî, Rikak 23)

Unutmamak gerekir; bu durum, aklın kemâline ve dinin kuvvetine delâlet eder. Ayrıca bilinmelidir ki, feraset, hikmet, kişi ve toplum için münasip olmayanı engelleyen bir caydırıcı bakış açısıdır/duruştur ve susmak da hikmettir, ferasettir.

2. Beceri/Maharet: Kendisini İlgilendirmeyen Alanları Terk Becerisi Kazanma

( الترمذي رواه ) مِنْ حُسْنِ إِسْلَامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لَا يَعْنِيْهِ

“Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri (malayaniyi) terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, “Zühd”, 11)

Bu Hadîs-i Şerifiyle Allah Rasûlü (a.s.), öncelikle iman eden kişiye dininin kemâlını ve bu kemalâtın ameli alanda işlevsel ıslahını öncelemiştir. Öncelediği bu ahlâkî erdemin/maharetin yolunun, ümmeti ve insanlığı ilgilendiren; kendisine ve muhatabına fayda temin eden alanda yoğunlaşması ve bunun dışındaki alanı terk etmesiyle mümkün olabileceğinin resmini çizmiştir. Allah Rasûlü (a.s.), احرص على ما ينفعك “Sana fayda verecek şeyler için hırslı ol” hadîsinin hükmü mucibince, her işimizde hayra yönelik bir alanın tasavvur edilmesini ve bu tasavvurumuzun eylemlerimizi/edimlerimizi yönlendirmesini istemiştir. نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فيهما كثيرٌ من الناس: الصحةُ، والفراغُ “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak 1) hadîsi de aynı düzlem içerisinde değerlendirildiğinde, zamanın ganimet bilinip ona göre hareket bilincinin kazandırılması hedeflenmiştir.

Günümüz insanının sosyal medya mecrasını kontrol etmede bu hadisin hükmünün bâkiliği izahtan varestedir. Özellikle manipüle edici, doğruluğu şüpheli, teyit edilmemiş ve çarpıtılmış bilgi alanının (dezenformasyon), Kur’ânî ifadeyle “lehve’l-hadîs/eğlendirici söz” وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَري لَهْوَ الْحَديثِ “İnsanlardan, asılsız ve boş lafları satın alan var.” (Lokmân 6) gerçeğinin zebil olduğu bir sahada, bunların kontrolü açısından ilgili hadîsin önem derecesi bellidir.

Ayrıca Allah Teâlâ Mü’minûn suresinde, kendisine yakinen iman edenleri tavsif ederken, mü’minlerin bir özelliğinin de boş sözlerle/şeylerle/kîlu kâl (بالقيل والقال) iştigalden yüz çevirmeleri olduğunu ifade etmiştir: وَالَّذينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ “(Mü’minler) Anlamsız, yararsız söz ve davranışlardan uzak dururlar.” (Mü’minûn 3). Aynı şekilde Allah Teâlâ’nın “(Ey Nebim!) Onlardan bazı gruplara (inkârcı ve münafık takımına), kendilerini denemek (üzere fitne olması) için yararlandırdığımız dünya hayatının süsü olan iştah çekici benzer şeylere gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.” (Tâhâ 131) Buyruğuna binaen mü’minlerin meşguliyet alanlarını iyi belirlemeleri gerektiği vurgulanmıştır. Bu meşguliyet alanlarını da Nisâ Suresi 114. Ayetinde, Onların gizli konuşmalarının ve fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak (içerisinde) sadaka (sayılacak bir hayır) dilemeyi, yahut (topluma) iyilik etmeyi veya insanların arasını düzeltmeyi emir-tavsiye eden (barışı tesis etmeyi gözeten gizli konuşma ve buluşmalar) hariçtir. Kim Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla bunu yaparsa, yakında ona büyük bir (makam ve) mükâfat vereceğiz. (Çünkü hayır amaçlayan hayra ve başarıya ulaşacaktır.)” iyiliği emir ve kötülüğü nehiy (şeriat) sınırları tayin edilmiştir.

Demek ki Allah Rasûlü (a.s.), kâmil bir mü’minin zamanını zayi etmesini ve dini alanı hayrın/marufun dışına çekmesini mü’minin kendisine yakıştıramamıştır. Bizler de malayaniyi terk ederek hayırlar işlememize yardım etmesini ve zaman sömürgecilerinden ve zevklerin merakından bizi muhafaza etmesini Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ediyoruz.

3. Beceri/Maharet: Kendini Kontrol/Otokontrol Becerisi Kazanma

(رواه البخاري) أن رجلًا قال للنبي -صلى الله عليه وآله وسلم-: أوصني، قال لا تَغْضَبْ فردَّدَ مِرارًا، قال لا تَغْضَبْ

Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e: Bana öğüt ver, dedi. O da: “Kızma!” buyurdu. O zât isteğini birkaç defa tekrarladı. Resûl-i Ekrem de her defasında “Kızma!” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 76)

Bu Hadîs-i Şerifiyle Allah Rasûlü (a.s.), muhatabın/soruyu soran kişinin durumunu, hikmet ve ferasetiyle inkişaf ederek, öncelikle kişiye bir psiko-pedagojik yöntem uygulamış, yaşam alanında onun için birinci dereceden ehemmiyetli olanı tavsiye etmiştir. İşi sarp yokuşa sürmemiş, kendinden sonrakilere randımanlı pedagojik ve psikolojik bir alan/yol açmıştır. Malum olduğu üzere insan nefsi, birden fazla emri uygulama konusunda zayıftır. Eğer bunlar içerisinde önem derecesine göre bir yapılanmaya gidilirse; kişinin ona göre hareket etme olasılığı daha yüksektir. Bu durum Allah Rasûlü (a.s.)’nün yaşam alanında çokça müşahede edilen bir realitedir. O’nun (a.s.) bir özelliği de az kelam ile, çok problemlere çözümler getirebilen bir lütf-u ilâhiye (Cevâmiu’l-Kelim جوامع الكلم) sahip olmasıdır.

Öfke pozisyonu, insanın aklını/vicdanını ve kalbini devre dışı bırakan ve bütün kötülükleri kendisine çeken bir elektro-manyetik alanı ifade eder. Bu nedenle bütün şerri içermesine rağmen (فإذا الغَضبُ يَجْمعُ الشَّرَّ كُلَّه), öfke halini alan kişi aklen/vicdanen/fikren ve kalben bu durumun farkında değildir. Bu hal üzere yapacağı bütün söylem ve eylemleri/edimleri kendisine ve çevresindekilere zarardan başka bir şey getirmeyecektir.

Bu halin itidalli (ifrat ve tefritten uzak) pozisyonu, ancak öfke halinin sükûnete ermesiyle mümkündür. Ancak bunun için de, kişinin, öfke halini tetikleyen bütün tetikleyicilerden uzak kalması elzemdir. Bu durumda olan kişiye Allah Rasulü’nün şu tavsiyesi bir rehber konumundadır: إنِّي لأعلمُ كلمةً لو قالها لذَهبَ عنه ما يَجد، لو قال: أعوذُ بالله من الشَّيطانِ الرَّجيم؛ “Süleyman İbni Surad -radıyallahu anh- şöyle dedi: Bir gün Nebi’nin -sallallahu aleyhi ve sellem- yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı. Bunu gören Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Eğer o, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm; İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım” derse, üzerindeki hâl kaybolur.” Oradakiler Nebî’nin -sallallahu aleyhi ve sellem- ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler. (Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109)

Kerim kitabımız Kur’ân’da öfkeyi kontrol etmenin fazileti ve mükâfatı; genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennetin vaadidir. Gelin o mesaj-ı ilâhiyi beraber okuyalım: “Rabbinizin affına mazhar olmak ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennete ulaşmak için yarışın! O (cennet), Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlar (muttakiler) için hazırlanmıştır. Onlar (Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayan kimseler), bollukta ve darlıkta (Allah için) harcarlar, (kızdıklarında) وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ öfkelerine hâkim olurlar ve kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlarlar. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân 133-134)

4. Beceri/Maharet: Kalbi Teskin Etme/Salim Kılma (Selamet-i Kalb) Becerisi Kazanma

(صحيح – متفق عليه) لا يؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه

“Sizden biri, kendisi için sevdiğini (istediğini, arzu ettiğini, din) kardeşi için de sevmedikçe (istemedikçe, arzu etmedikçe) gerçek îmâna eremez.” (Buhârî, Îmân 6; Müslim, Îmân 71)

Bu Hadîs-i Şerifiyle Allah Rasûlü (a.s.), iman ile sevgi/muhabbet arasındaki koparılamaz bağı en çarpıcı biçimde dile getirmiş ve bunu, üstün bir âdab/meslek ve ahlâkî maharet örneği olarak idolleştirmiştir.

İslam medeniyet tasavvurunda, kul ile Allah arasındaki dikey bağın sağlamlığı, kul ile diğer yaratılmışlar arasındaki yatay bağın sağlamlığıyla doğru orantılıdır. Bütün işlerin ana bağlantı noktası Allah Teâlâ olduğundan, İslam, öğretileri ve şer’i hükümleriyle inananların dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için Allah Teâlâ ile münasebetlerini düzenlemeye özen göstermiş, bu bağlam üzere onlara, Allah ile ilişkilerini düzene koyacak şeyleri de emir buyurmuştur.

Hadiste de idrak edildiği üzere Allah Rasûlü (a.s.), tam da bu noktadan bir hareket tarzı geliştirmiştir. O (a.s), ümmetine dayanışma ve fedakârlık ilkesi kazandırılmasını güçlü bir inanç bağıyla rabt-u zabt altına almıştır. Diğer bir nirengi noktası olarak da, Allah Rasulü (a.s.), kişinin kendi benliğini ön plana çıkarmış; kişinin kendinden hareketle fedakârlık, sevgi ve muhabbetin, muhataba iletilmesindeki kanalın ana duraklarına, kendisiyle ilgili eylem ve söylemlere göre bir hareket tarzı inşa etmesini istemiştir. Burada bir tekâfül (karşılıklı sorumluluk ve dayanışma bilinci) ve îsar (başkasını kendi nefsine tercih etme) inşası söz konusudur.

Allah Rasulü (a.s.) bununla, ümmeti içerisinde erdemli/faziletli bir yapının/cemiyetin inşasını hedeflemiştir. Bu cemiyet, kâmil imanı sayesinde hiçbir musibete/engele karşı yenik düşmeyen, diğerkâmlıkta yekvücut bir binayı temsil eden ve bu haliyle her daim sahada olan bir oluşumdur.

Başarıya ulaştıran, dosdoğru yolu gösteren ve o yola ileten ve hidayete erdiren yalnızca Allah Teâlâ’dır.

والله الموفق والهادي إلى سواء السبيل

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Nisa yorumladı Karınca Kararınca
ummugulsumsolmaz6565@gmail.com yorumladı İnsan ve Mana
Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı İnsan ve Mana
Süheyla Durna yorumladı İnsan ve Mana
Rukiye yorumladı İnsan ve Mana