“O halde seninle beraber, tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırıya kaçmayın/gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı elbette çok iyi görendir.” (Hud 11/112)
Öncelikle bu yolun olmazsa olmazlarını zihnimizde ve kalbimizde şemalaştıralım. Bir dosyamız olsun istikamet adında. Bu dosyayı bilgisayar masamızın/çalışma masamızın, arabamızın, evimizin, iş yerimizin baş köşesine sabitleyelim. Bilgisayarımıza ilk açış komutu bununla verilsin. Bizi hep doğruya manipüle etsin, algı yapsın.
Peki o zaman buyurun şemalaştıracağımız zihin haritamıza doğru bir yolculuk yapalım. Bu yolculuğumuzda detaylar olmayacak. Dedik ya şemalar ve zihin haritası olacak. Yani, kısa hap bilgiler. Yarım kalmışlıklarımız olmasın. Uzun olunca yarım kalmışlıklar artıyor. İşler uzayınca detaylanıyor; detaylanınca şemalar silikleşiyor. Başka manipüle edecek detaylar devreye giriyor ve hayatın diğer taraflarında yarım kalan yaşanmışlıklar, buraya da sirayet ediyor.
O zaman buyurun sözü uzatmadan, maddeler halinde, işin işlevsel yönüne yoğunlaşarak tüm varlığımızla dahil olalım.
- Namazlarımızı tam vaktinde kılalım. Kendimizi öyle bir programlayalım ki ezan okunduğunda ne işimiz olursa olsun bırakalım, ara verelim. Bunu bir ruhsal ve bedensel dinlenme/mola/teneffüs kabul edelim. Vücudumuzun maddi ve manevi tarafı bunu bir meleke haline getirsin. Tersi durumda her iki tarafımız da rahatsız olsun. Dünyası hüzne düçar olsun. Ancak bu standardı yakaladığımızda rahata ersin. Kırıp dökmeden yapsın bunu. Azıklansın vücut. Lezzet bulsun ruh. Cana gelsin beden. Dip diri ve arı duru olsun.
- Salihlerin şiarı mucibince gecenin bir bölümünde kıyama duralım. Gecenin sessizliğini fırsata çevirelim. Günün hengâmesini, uğraşını, yorgunluğunu zihinsel dinlenceyle; düşünsel alanın zirvesine taşıyalım. Kendimizi dinleyelim. Kendimize konuşalım. Kendimizle dertleşelim. İçimizi içimize dökelim. Bütün yapıp etmelerimizin/edimlerimizin içini-dışını (gizlisini-aşikârını) hesaba çekelim. Çiziklerimizin tamiri yolunu (istiğfar) bulmaya çalışalım. Kalbimizi rektefe edelim. Atan kayışlarımızı yenileyelim. Bütün vücut bileşenlerimizi düzeltelim. Şöyle içten bir istiğfar çekelim. Bir Hû çekelim. Böylece kalbimiz, Rabbimizin de buyurduğu hal üzere itmi’nana ersin.
- Her günümüze ait bir Vird-i zebânımız olsun. Bu virdimiz zikr-i hudâ olsun. Hatıralarımız/hatıratımız Rabb ile hemhâl olsun. Nebiy-i muhterem bu bağlamda rehberimiz olsun. Ne fazla ne az. Buyurduğu hâl ve miktar üzere. Bu Vird-i zebânımız, bir sporcu edası ve tekniğiyle günlük idmanımız olsun. Dilimizin ve kalbimizin kilidi bu idmanla fütuhata ersin (Allah’ım bizlere rahmet kapılarını ardına kadar aç). Böylece bilinmez ve zor yollar bilinir ve kolay olsun (Allah’ım işlerimizi kolay ve âsân eyle. Lütfunun geniş hazinelerine bizleri ilhak eyle). Sırrımız ifşa olmadan Allah’la sırlanmış olalım.
- Ulemayla,râsihunla, Sâlihun’la hoşamedi olalım. Her dem onların sohbetiyle demlenelim. Bir âlim bir Sâlih zat, mutlaka, daimî uğrak mekanımız olsun. Fetva kapımız, mücerret fıkıh kitaplarından ziyade, bu zatlar olsun.
- Sünnete aykırı hiçbir yol yolumuz olmasın. Azı dişimizle, tüm benliğimizle ve kişiliğimizle sünnette kâim olalım. O bizi, biz onu dost ve yaren bilelim. Hiçbir bid’atı küçümsemeyelim. Küçük görüp basite almayalım. Fıtratımızın ve kişiliğimizin mahvına sebep olacak şeylerin küçüklüğünü büyüklüğünü kestiremeyebiliriz. İdrak alanımızın dışına çıkan küçümsediğimiz bir bid’at, bizi tepetaklak edebilir. Az, öz ve devamlı olarak Sünnet-i Nebî’de aslolana ittibayla yetinelim.
- Her gün mutlaka kelamullahla kelam edelim. Bir sayfa, iki sayfa, az olsun ama daimî olsun, bu da bizim Vird-i zebânımız olsun. Şu Nebevî düsturu benliğimize ve kişiliğimize rapt-u zapt eyleyelim: “Allah katında amellerin en hayırlısı az ve devamlı olanıdır.” Bu virdimizi muhafaza altına alalım. Hem hafızamıza yer edinsin ki, kişiliğimiz, rotamız, aslımız, neslimiz ve tarafımız belli olsun.
- Giyim kuşamımızı iyi bir standarda bağlayalım. Pejmürdeliğin ve israfın olmadığı bir ilkesel standarda. Bu bağlamda gayr-i meşru olanın (şer’i şerife aykırı olanın) kapısını aralamayalım. Giyim kuşamda standardımız şer’i şerife muvafık olsun. Temiz, ilkesel ve standart.
- Sosyal yaşam ve sosyal medya alanında fıtratımızı grileştiren, kişiliğimizi zedeleyen, bizi herc-ü merc eden haram alanlardan kendimizi ve ailemizi sakındıralım. Bunu yaptığımızda bilelim ki Allah bize, daha güzeliyle mukabelede bulunacaktır.
- İçine zehir konulup bal diye sunulan pembe dizileri terk-i diyar edelim. Vaktimizi, bizi monotonlaştıran, zihnimizi dumura uğratan televizyon zehriyle öldürmeyelim, felç etmeyelim. Bu bağlamda alternatif; bizi geliştirip ihya eden programlara yönelelim.
- Kalbimizi hasta edecek, melankolik, arabesk bir alanda bizi kendisiyle sarhoş edip, bilinmez ve zararlı alanlara kapı aralayacak mûsıkîden teberrî edelim. Unutmayalım ki, azgınlık/dığalık isteyen bir mûsıkî ve bir teğanni ile zihin ve kalp itmi’nana ermez ve uslanmaz. Yola gelmez. Yol bilmez. Yolu bilmez. Yol edinmez.
Ez cümle yazın alanımızı hitâmuhû misk eyleyelim. Ne ile hitâm olsun ki, miske ve ve güzel bir rayihaya dönüşsün. Kalpten kalbe akan bir nehir, bir şelale, bir koku olsun. Aciz olmayanın, kalbimizi elinde tutanın, onu evirip çevirenin kelamıyla söz mühürlensin ki, hitâmuhû misk olsun.
“Her nefis/can, ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size elbette tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, elbette o kurtulmuştur. Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Al-i İmran 3/185)